Free Essay

Ismet Ozel

In:

Submitted By alii66
Words 5278
Pages 22
Partizan

Gırtlağımda bir harf büyüyor buna dayanacağım dişlerim kamaşıyor yıldızlardan buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda ne kargış, ne infilak yalnız koynunda çaresiz, çıplak isyan işaretleri taşıyan bir ergen cesedi.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor domuzuna ölüyor bankerlere durarak noterden onaylı kağıtlara durarak mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
- Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha -
Gırtlağımda bir harf büyüyor gırtlağımızda. Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden buna dayanmalıyım ölünce bir partizan gibi ölmeliyim sabahın kuşluk vaktine savrulan savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman yağız bir kımıltı oluyor sesim korku ve cüzam korku ve cüzam korku Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur hem de kara bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız zarflarda büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda pokerde-sinemada-genelevlerde ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan yalnız o herkesler o herkesler kendine akarak boğulan ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma genzimi yakarak bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de ölürsem bir partizan gibi öleceğim azgın bir gebelik halinde.

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor buna dayanamam bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi buna da.

Radyodan silah sesleri geliyor ter kokusu geliyor, ayak aksayan bir şey örtüyor yüreğimin kabzasını olmadık sesler geliyor radyodan beynimde korkunç bir vida olarak ergen ölüleri artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam boyunbağımın ve gülüşümün o kirli rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök şarlayarak devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik - yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan sonra aşk, sonra dirlik: partizan
(1965)

|Münacaat |
|Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı |
|ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak |
|büklümlerinin içten ve dışardan |
|sarmaladığı günlerde |
|bir zamandı |
|heves ettim gölgemi enginde yatan |
|o berrak sayfada gezindirsem diye |
|ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. |
|Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi |
|genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için |
|halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti |
|demedim dilimin ucuna gelen her ne ise |
|vay ki gençtim |
|ölümle paslanmış buldum sesimi. |
| |
|Hata yapmak |
|fırsatını Adem’e veren sendin |
|bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana |
|gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda |
|gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi |
|haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne |
|bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak |
|bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini |
|tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş |
|ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi. |
| |
|Çeşme var,kurnası murdar |
|yazgım |
|kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi. |
| |
|Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim |
|nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da |
|gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem |
|ne fark eder demişim |
|bilmeden farkı istemişim. |
|Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine |
|arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! |
|Yola madem |
|çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım |
|hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine |
|yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar |
|yola devam ederdim. |
| |
|Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim |
|gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın |
|onunla ben |
|hep sevişecek gibi baktık birbirimize. |
|bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık. |
| |
|Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar |
|ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde |
|hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık |
|bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için |
|kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık |
|eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce |
|alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık |
|ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı |
|doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız |
|ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık |
|gönendi dünya bundan istifade |
|dünya bayındırladı: |
|Bir yakış,bir yanış tasarımı beride |
|öte yakada bir benî adem |
|her gün küsülü kaldık. |
| |
|Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan |
|artık bu yaşa erdirdin beni,anladım |
|gençken almadın canımı,bilmedim |
|demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş |
|çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer |
|çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış |
|insanın insana raptolduğu cevher. |
| |
|Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabb |
|taşınacak suyu göster,kırılacak odunu |
|kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde |
|bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin |
|tütmesi gereken ocak nerde? |

Sebeb-İ Telif

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız yaprakla yağmurun aşkı meselâ kim olsa serpilen coşturuyor bizi imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur silkiniyor vuran her damlaya.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını uzak iklimlerin kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök” demişti Königsbergli içerimde ahlâk yasası.
Yasa mı?Kimin için?Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem,girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökte bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri bir anda anlaşılıyor baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız incecik yas dumanı herkese ulaşıyor sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi adımızla başlardık bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

Kuşun Ölümü

Kuş damdan düşünce sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün bir yağmurdur açılan kuraklığa bir yağmurdur kulübesi nisandan ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü kansız yüzleridir diri kuşların kuş düşünce camdan

kuş düşünce damdan kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda kuş öldü herkes mi arıyor gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor onun gözlerini satılan çarşılarda kuş öldü kanadının altındaki o yara yağmurun karanlığını getiriyor geceye yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye kuş öldü küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce

öldü, kim ısıtır artık onun ellerini suların aynasında üşüyen ellerini suların saygısıyla üşüyen ellerini
(1962)

Bakmaklar
Donyağından yapılmış sabunların ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı - ağır - ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın taşınmaz kıldığı.
Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın keten helvacılardan, bileycilerden rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim barutun ve susamanın güzelliğiyle tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan direnmenin mayasını ellemeye.
Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla ve hergece yatağımda bir engerek bulmanın süregen iğrentisiyle dolardım, sesim öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.

Çünkü heryerde bir göğün ufak kaldığı vardı
- akşama özgü göğsümü açardım ey mutlu seri penceresi doğanın - heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.

Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.
Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi bir tabut kalmıştır akşam olmaya bir tabut beklenen bir aydınlıktır beklenen bir ses gibi avlularda.
Anam kirliserin penceresinde doğanın uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına gözlerine uyuşuk bir hınç siner artık ölü bir erkeği almıştır yatağına o soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı birdenbire benim ağzıma takılır herşey giderim akşama özgü göğsümü açmaya.

Ben nereye adımı yazsam nereyi göstersem parmaklarımla orası şapkalar yüklü bir vagondur, nerede daralmış görsem bir adamı akşamın güzel buğusunda eli-ayağı tutulmuş bir çiçeğe uzanırken utandığını görsem işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor ellerimde kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını.
O zaman bir üzünç aralığında - herkes gibi - başlar korkum.

Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!
Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum, piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda coşkunun en sağlam atıyla geliyorum sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.
TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin bir üzünç aralığındayız artık TAN! savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.
(1964)

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak

Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Hergün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olsaydım ölüm ve acılar çatsaydı beni düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım diri-gergin kasları konuşsaydım
`Kardeşler! ` deseydim `Kardeşlerim! `
`Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
`Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor` yazık, şairler kadar cesur değilim çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların inanmazdım dosyalara sığacağına gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

Benim adım bilinen bütün cevapların üstüne mühürlenmiş ellerim tütsülenmiş evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında dirgenler, bakraçlar, tornavidalar bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.
Ve bu yüzden yakışıksız oluyor insanları hummalı baharlar olarak tanımlamak ve bu yüzden göğsümde dakikalar ince parmaklar halinde geziniyor konvoylar geçiyor meşelikler arasından bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına ölümden anlayanı ciddi bir yaprak unutulacak diyorum, iyice unutulsun neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

(1972)

Bakır tenli yapraklar

Bak, ölüm güzü kıskanıyor şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor. uzuyor defterine uğrayan kan lekesi

senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran içli taşra kızların gizemli eviçleri kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan o denize açılan ellerin nerde şimdi?

yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte bak, ölüm güzü kıskanıyor mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin güze el değdirmeyen ellerin nerde?

Yıkılma Sakın
Sana durulanmış kelimeler getireceğim pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir seni çünkü dik tutacak bilirim kabzenin, çekicin ve divitin tutulduğu yerden parlayan şiir.

Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi nefti acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı

sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan acılar bile duymadım kof yürekler önünde beynim her sabah devrimcinin beyniydi ayaklarım donukladı gelgelelim sağlığın yerinde mi?

Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor halkın doğurgan dünyasına dalmakla onların güneşe çarpan sesini anlamayan dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri seyir bile edemezken içimizdeki şenliği yılgı yanımıza yanaşamazken bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat yıkılmak elinde mi?

Boşuna mı sokuldu bankalara petrol borularına kundak kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza yaşamak bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar sevgiyle hatırlansa bile hatta.

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim bütün devrimcilerin çektikleri biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak ama budandıkça, fışkıran da bizleriz ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.

Amentu
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı kararmış rakamların yarıklarından sızarak bu söz yüreğime kadar alçaldı damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı aşk için karnıma ve göğsüme ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden aşk ve ölüm bana yeniden su ve ateş ve toprak yeniden yorumlandı.

Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmıyacak kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için bana deha değil belgeler gerekli kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza gençken peşpeşe kaç gece yıllarca acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı neden karpuz sergilerinde lüküs yanar yazgı desem kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda ben o yaşta koltuğumda kitaplar işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar resimli bir kitaptan çalardım hayatımı oysa hergün merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku işte şehirleri bayındır gösteren yalan işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla güçbela kurduğum cümle işte bu; ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak bile bir bir çınlayan ihtilal haberidir ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu nisan ayları gelince vücudu hafifletir şahlanan grevler için kahkahalarım küstah bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim gider şehre ve şaraba yaltaklanarak biraz ağlayabilmek için fotoğraflar çektirir babam seferberlikte mekkâredir.

İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak belki ruhların gölgesi düşer de marşlara mümkün olur babamı varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur bense anlamış değilim böyle maceralardan ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur yalnız coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan nüfus cüzdanımda tuhaf ekmek damgası durur benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu etin ıslak tadına doğru yavaş yavaş uyanmak çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp hırsız cenazelerine bine bine temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme korkak dualarından cibinlikler kurarak dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz nakışsız yaşamakları silâhlanmak sayarak çıkardım boğaza tıkanan lokmanın hartasını çıkınımda güneşler halka dağıtmak için halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa fly Pan-Am drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları biri kör batakların çırpınışında kutsal biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada aşk ve çocuk birbirine katışmaz nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı kendi tehlikesi peşinden gider insan putların dahi damarından aktığı güne kadar sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin tunç surlardan berkitilmiş ülkesi ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim takvim yapraklarının arasını dolduran nedir o katı şey ki gücü gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr. ona kendimi sonradan ben ekledim pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu ham yüreğin pütürlerini geçtim gövdemi alemlere zerkederek varoldum kayrasıyla Varedenin eşref-i mahlûkat nedir bildim.
(1974)

CELLADIMA GÜLÜMSERKEN ÇEKTİRDİĞİM SON RESMİN ARKASINDAKİ SATIRLAR

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar ben yaşarken koptu tufan ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat her şeyi gördüm içim rahat gök yarıldı, çamura can verildi linç edilmem için artık bütün deliller elde kazandım nefretini fahişelerin lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez kimseyi ateşten korumaz kelimelerim kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına uçtum ama uçuşum radarlarla izlendi gayret ettim ve sövdüm bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa laboratuvarda çalışanlara sorarsanız ruhum sahte evi Nepal’de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum sınıfları doğrudan geçip gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben kıyı bucak kaçıran ben ruhumu sanki ne anlıyorum?

Ola ki şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir devlet sırrıyla birlikte insanın sinematografik bir hayatı olabilir o kibar çevrelerden gizli batakhanelere yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri ve sonunda estetik bir idam belki…
Evet, evet ruhu olmak bütün bunları sağlayamaz insana.

Doğruysa bu yargı bu sonuç bu çıkarsama neden peki her şeyi bulandırıyor ertelenen bir konferans geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar Berlin’e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil’den Yuhanna’yı tercih edişim niye?

Ben oysa herkes gibi herkesin ortasında burada, bu istasyonda, bu siyah paltolu casusun eşliğinde en okunaklı çehremle bekliyorum oyundan çıkmıyorum korkuyorum sıram geçer biletim yanar diye önümde bir yığın açalya bir sürü çarkıfelek gergin çenekli cesetleriyle önümde binlerce çiçek korkuyorum sıra sende sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır yapamaz bunu, yapmasın bana dünya söyleyin aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kaç kişi var şunun şurasında?

Gelin bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü bana terkettiğiniz düşünceleri verin o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar onları verin, yakınmalarınızı artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar ben aştım onları dediğiniz ne varsa bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı verin bana verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Bedelinde biliyorum size çek yazmam yakışık almaz bunca kaybolmuş talan parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, birçok tuhaf marifetimin yanısıra ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim üstüme yoktur ödeme hususunda sözün gelişi üyesi olduğunuz dernek toplantısında bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim kazanana vertigolar, nostaljiler karasevdalar çıkar.

Yapılsın adil pazarlık yapılsın yapılacaksa işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam döl saçan her rüzgarın vebası bende kalacak varsın bende biriksin durgun suyun sayhası yumuşatmayı bilen ateş öğüt sahibi toprak nasıl olsa geri verecek benim kılıcımı.

Aynı Adam
Tozludur saçlarım, saçlarımdan devrilmiş sarayların dumanları savrulur yüzüm yanıktır yüreğime bir karanfil sokuludur ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı benim göğsüme göğsüme vurup durur.
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum bahar da sürgülenir içime katranlar da hem koşarak yarattığım sevgiler vardır hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
Beni sular kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular umutlu sakinlikleri lohusalıklarıyla. Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum kökten dallara yürüyen sular gibi yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye torna tezgahlarında demir.

Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri kanla dolar pazuları tarladakinin hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

Aynı adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla anladım neden yorgunluk gülümserlik getiriyor insana hayatın bana başat bana avrat oluşunu öğrendim işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi on beşinde bir arkadaş inancını savunurken yargıca anladı bulana durula akmakta olan şeyi.

Yürüyorum azarlanıyorum fışkıran başaklarla iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından gözlerim nemli değil. gözlerim namlu.
(1968)

Bir Devrimcinin Armonikası

Binlerce binlerce çocuk koşarak dokumuş benim kumaşımı hançeremdeki bu şehrin o geçimsiz mushafı vardım dayandığım parmaklığına o büyük hesapların
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin kırçıl acılarım benim gök de bir mendil takınsın boynuna benim kağşayan umutlarım gövdeleşin çünkü ben oraya gidiyorum : boğulmaya.

Nasıl birer suç çağrışımıyız dünyada adamlar,kadınlar,şehre indirdikleri bakraçları ne kadar uydurma ne kolay öpüşüyorlar yıllar süren intiharlarla
Oysa
insan zemheriyi ve kadının doğurma vaktini bilir hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla yeni şeyler,yeni şeyler yaratmak için tabi.

İşte potin bağlıyor çocuk bütün uykularından sürülmüş kurşunlar tütün gibi bakıyor nisanlara ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi oraya gidiyorum : boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım tahta bir bavul gibi duruyorum insan kıyısında makina çok acemi buluyor beni sanırım seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere dair talimata ve anamın kanserine alıştım ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere bir vitrin gibi bir bıçak,bir setre. Tutuşan bir bıçak. içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum oraya : boğulmaya.

Oraya gidiyorum boğulmaya
BOĞULMAYA
bir partizanın armonikasında.
Artık mazgallardan fırlamak büyük kamalar saplamak böğrüne coşarlığın büyük bir çatırtının ayaklarını ovmak armonikamla. Ey çatlayan tohumun hengamesi!
İnsan,gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir çünkü derbeder bir okul çantasından serin ve sevişli bir ırmağa girilir ve benim o boğulduğum armonika halklara seğirtir,coşar o,korkunç bir yekinmedir buralarda
Hannoy`da bir uçaksavar.

Kızkulesi Beyaz İken

Kızkulesi beyaz iken
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
Sahili çitileyordu
Sürü sürü yunuslar
Kumrulardı homur homur
Manastırın camında.

Kızkulesi beyaz iken
Ne ayıptı söylemesi
Ümitgilde ikimizdik
Birbirine tutulan
Çorabımız yamalıydı
Kopçalıydı yakamız
Kimseden kopya almadık
Bahanelerimiz talan.

Kızkulesi beyaz iken
Hemşeriler seslenince
Terbiyemiz yettiğince
Baktığımız taraf başka
Kol ağızları kolalı
Ağırdı çok bilet parası
Azımsayıp yanaşmadık
Bir pişirimlik aşka.

Kızkulesi beyaz iken
Saf ipek kaşındırırmış
Mangal kangal kafiyesi
Yıpratılmışlığa namzet
Yıpran berrak derlerse uç
Uçma bulandıysa hava
Yatır dizine yârini
Sihirlice bir söz söylet.

Kızkulesi beyaz iken
Sözün sihri bize yârdı
Ümitgillerin köpeği
Sınıf ayrımı yapardı
Kokartlıydı ikindimiz
Japone kolluydu bayram
Sezdirmez müddeiumumi
Filan sokağa sapardı

Kızkulesi beyaz iken
Nazar değdi çarşılara
Arnavutlar hava bastı
Hamal sandıkları Kürtler
Lokantada martı çıktı
Tezgahları kül kapladı
Yalayıp zıpır avuçlarını
Taban yağladı züğürtler.

Kızkulesi beyaz iken
Ölmek fikri minnacıktı
Döviz yedi kilo aldı intihar
Gecelik faizle boy attı
Güpegündüz sarkıntılık
Hanım kudurdu bey azdı
Vücuttaki mahrem kılı
Eflatun pembe boyattı

Kızkulesi beyaz iken
Yaşamak evlat acısı
Kaça çıkar diye sorduk
İş çıkardı başımıza
Çirkin ördek palaz iken
Keşişleme poyraz iken
Ümitgillere gece yatısı
Ağu dendi aşımıza.

Of Not Being A Jew
İniyorum kulelerinden katil iniyorum maktul minarelerden taraçadan,bahçeden ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor açılıyor leşlerin,atmıkların cesurane canlıların korka korka uzandıkları zemin ağzımda kef iki gözlerimde mil iniyorum kulelerinden katil. körüm,o halde karanlık niye benden kaçıyor? sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan beni çağırmaktadır? göklerin çökeltisinden başka soy toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin iniyorum kirli eteklerine beni emziren kaltak şehrin iniyorum ama indirilmedim iniyorum çalıntı tahtımı terkederek arada bir çehremi dalgalandıran karaltı vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için indiğim yerde beni bir bekleyen yok indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim puslu,çapraşık,koklanmamış ihmalkar gözle okunmuş bir kitap bitab bir gözle okunmayı tercih ederdim yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı benimle açsaydı ağırdan tükeniş faslını mızrap. yağmurun yoldaşı denebilir mi bana? ne dökülüş inişimde,ne çakış.. yalnızca o çetrefil aralama zahmetine katlanarak iniyorum kızları utandıran iççekişle erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
Öfkemdi başlattı yolu ısrara gerek var deyip durdu şehvetim istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat tarih onu tanımazlıktan geldi bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra ama ben hıncahınç bekçisi kalacağım burçlarımın sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
İniyor ve inliyorum nereye bir kucak dolusu sonluluk sorgusu getiriyorsam oraya bir kucak da getiriyorum bir kucak sadece genç ve diri değil bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil bir kucak sadece erkek ve vakur değil bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil bir kucak sadece gürbüz ve atak değil bir kucak sadece üzgün ve dindar değil bir kucak sadece temiz ve sevecen değil bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil bir kucak sadece cömert ve sıcak değil bir kucak sadece sancılı ve keskin değil bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil bir kucak sadece öksüz ve çolak değil bir kucak sadece bir kucak açılınca açıkları kapatan acıkınca doyuran ve doyurunca nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü darası alınmaz yüküm bu benim kayda geçirilemez,narhı konulmaz resmen ve alenen ifade usulü yok gözümün feri saydım onu,gücüm bundadır dizimin dermanıdır o buradan gelir cesaretim bende bu kucak olduktan sonra iyi veya kötü ne yapılabilir kendi hayatı aleyhine binlerce defa dolap çevirmiş olan bana? bakın,bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak her sevincimi viran eden bu hayvan yalanlar içinde boğulmamı önlüyor ondan kurtulacak olursam biliyorum beni yaşamakla coşturan bir kaynak keşfederim ondan kurtulduğum an bütün boyutlarımı kaybederim.
Önceleri acemiyken bu vaşak yokken daha yanıbaşımda okul müdürü veresiye satan bakal kapıcı ve akrabaları dört ayrı ölümle ölmeyi öğren demişlerdi bana dört bucakmış anlattıklarına bakılırsa dünya omzun güneş kokuyor demişti kısa etekli kız o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
İşte o zaman bildimdi anladımdı o sıra ne bir atlas kalır bende,ne ibrişim bu çuha,bu sicim elden çıkarsa acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi berbattır balkonda o güneşlisabahlar biraz açılmak için açıldığınız kırların aniden karşılaştığınız ırmakların ürpertesi ahmakça böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem benden iki bakışık parça çıkarmaya çalışan boylam da berbat ipekli libas giymem, altın da takınmam atımın eğerinde kaplan derisi yoktur çehreme iyi baksalardı yırtılırdı uykularının zarı uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken uykularına tutundular..
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek acılardır paylaşan çocukları gün geldi paylaşıldı acılar çocuklar paylaşıldı bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım gittim bir kuyudan su çektim halka boynumdan geçti geçti boynuma kemend d harfine bak dedim nasılda soylu duruyor sonunda kelimenin harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri harf ol harfle birlikte kıyam et harf ol harfler ummanına bat çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin çünkü böndür altında kaldığım töhmet uğradığım kinayeler bön ve berbat. evet, ilmektir boynumdaki ama ben kimsenin kölesi değilim tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya tarantulaymış benim adım diyecek değilim tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemiyeceğim razı değilim beni tanımayan tarihe beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim. gittim su çekdim en derin kuyudan en hileli desteden kendi kartımı çektim yaktım belgeleri bütün tanıkları yok etmek için ricacıları öldürdüm onlar bu dumanlı dünyanın beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti özüm gelinceye kadar bana temas etmişti bu dokunuş parlatınca beni benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti. yazık. yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim.hayfa. yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura eskilerin tayfası yine hep buradalar hep bilinen tecimenler,tanıdık yosmalar havada hayza benzeyen aynı koku binalara yaklaşırken eskisi gibi sıklet artıyor hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları çocuk çığlıklarından tanıyorum bunlar bulutlara bakmak için penceresi evlerin bu da deniz hırs püsküren,toynak durduran deniz rezeleri yerlerinden oynatan vâdeden, vâdeden,vâdeden tesellicimiz. bir yanımda kıyısı kışkırtıcı ufku muallâk deniz,bir yanımda kamu açıklamaları, genelgeler,tahvilât? kimin yüzünü çevirdiysem hüznü de sevinci kadar ıskarta.. niye indem buraya ben? boşunamıydı yol boyunca benliğime musallat olan belâ? bir çevrim tamamlandı mı şimdi? yine mi döndüm başa? olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak kimse bana dönmemiştir,dönemez hele sen geçtiğin o ormanlar rüyalarındaki canavarlardan sonra çok uzaksın o ilk fırlatıldığın zamana. aldanma bunlar tayfa değil burada doğdu hepsi denize hiç açılmadılar denizi sen kadar bile tanıyan yoktur arlarında her biri uzak bir beldeden geldi sanılsın istiyor yosmalar böylece saygın fahişeler arasına katışacaklar müptezel birer facire olsalar da. tecimenler,onlar da sahi değil onlar da olmayan tayfaların gemilerinden çıkan malları sattıklarına inandırmak istiyor şehrin acemi insanlarını. sen ve yağmur. başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine. yağmur yalnız yağarken yağmurdur sen yalnız senken sensin burada kalamazsın ve başa dönemezsin gitmek zorundasın kovalanan bir yahudi gibi ama yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun her şey çok yetersiz senin için her şey sana çok fazla ayıklarsan ayık durabiliyorsun aranı açıyorsun kendinle eşyayı araladıkça uyanmanın bedeli serapları fadadır uykuyu tadayım derken kâbusa dalmak pahasına. tarihe dersini vermek gerek yoldan ayrılamazsın yediremezsin sokulmayı kendine tabiatın apışaralarına ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu durdurabiliyor seni ne gürültülü bir havra. yükün ağır. he's so heavy just because he's your brother. kardeşlerin pogrom sana. dostlarının eşiğine varınca başlıyor senin diasporan. herkesin bahanesi var, senin yok günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin,daha sonra burada kalamazsın,başa dönemezsin ama dön eve dön! Şarkıya dön! kalbine dön!
Şarkıya dön! kalbine dön! eve dön! kalbine dön! eve dön! Şarkıya dön! eve dönmek kendime sarkıntılık etmekten başka nedir? orada, arada bir beni yoklar intihara ayırdığım zamanlar bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır düzgün sabuklamalardan bana kalan.. evde anlaşılmaz bir tını bilmem nereden gelir uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan? bilemem yahudi değilim gizli bir yerde genizam yok bilemem insan nerenin yerlisidir ömrüm burada bütün yahudiler gibi raflara doğru, çekmecelere sahanlıklara doğru geçti yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için bir sıvaydım kendime kendi ellerimde tıpkı yahudiler gibi buraların yerlisi ben değilim.
Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek ağdası çözülecekbana aşktan bulaşan kozlarımın şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar ben şarkıya dönünce boğazlarındaki boğum insanların epriyecek ve onun yerine her günkü işleri yaparken kepenkleri kaldırırken,silerken tezgahı şarkıya dönersem,yanık bir şarkıya holokost neymiş meğer herkes bilecek. kalbime döneceğim,amahangi yolla? yedeğimdeki okunaksız şarapla lekelenmiş,solgun harita uyduruk bir şey mi bilmiyorum yoksa sahiden definenin yeri gösteriliyor mu orada? ama boşver..nasıl bir ilgi olabilir kalbe dönmekle define arasında? lâkin ben inerken her dönemeçte bir parçasını ele geçirdiğim her molada, her zorlanışında nefesimin her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir nerelerde kıraçlaşır rahminde levendane öcün tohumları yatan gece güneşin şifa diye bilinen ışıkları nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir.. haritamda caddeyi ürpertiye açacak birkaç kaçıktan başka nirengi noktası yok açıkça gösteriyor haritam farkı nedir bir cenaze kalkarken yağan yağmurun bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan. yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde canı sıkkın kızların yüzünden döşünden ahı kalmış delikanlıların dünyaya habire pörtleyeceğim evkerin olanca tınısı dindiği zaman kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından yahudi değilsem bile bende yahudalıkda mı yok- kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
Mataramda Tuzlu Su
West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim zorbaların arasında tehlikeli bir nifak uyrukların arasında uygunsuz biriyim vahşetim beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı kendime dünyada bir acı kök tadı seçtim yakın yerde soluklanacak gölge bana yok uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
..Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye ortadan ayırdım kimin ülkesinden geçsem şakaklarımda dövmeler beni ele verecek cesur ve onurlu diyecekler halbuki suskun ve kederliyim korsanlardan kaptığım gürlek nara işime yaramıyor rençberlerin o rahat ve oturmuş lehçesinden tiksinirim boynumda bana yargı yükleyenlerin utançlarından yapılma mücevherler sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta askerken kantinden satın aldığım cep aynası bazı geceler çıkarken uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta gibi lükslerim de burda kalacak siparişi yargıcılar tarafından verilmiş bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım burada bitti artık işim, ocağım yok uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Yaşamak Umrumdadır
Sabah şairin üstüne saldırıyor yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi onun kalbi topraktan sıyrılıyor aşk dahi sıyrılıyor topraktan gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah`ın ve devletin dibinde insanlar onu barutla karıştırıyor ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun onun için develer kesiyor halk aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi topraktan sıyrılıyor.

Ben topraktan sıyrılıyorum buğular ve aşiret rüzgarları kanımda.
Arklardan gece vakti sular kaç zaman ayaklarıma yaslı bir selam gibi dokundu kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün dedim rahmet yağar ben yürürken gece benim ardımda taşıdım kara gençliğimi dağların damarında hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya beynimde hep manalı bir uçurum.

Benim hayranlığımdan inlerdi şehir ben atlara ve uzaklar hayrandım kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya bana hain sevgilimdi.

Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak. ve sana bir karşılık vereceğim

Sana bir karşılık vereceğim toprağı deşen boğuk sesimle sana bir karşılık vereceğim amansız kum fırtınası altında sana bir karşılık vereceğim birbiri üstüne yığılırken günler ey taşan suların imkanı ey taşan suların bekareti sana bir karşılık vereceğim.
(1967)

Kanla Kirlenmiş Evrak
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır tabutumun üstünde zar atıyorlar cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin küfre yaklaştıkça inancım artıyor.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim. (1972)

Similar Documents

Free Essay

Economy

...danışmanlık yapmak üzere yapılandırılmıştır.Hükümetin amaçları doğrultusunda yaptığı çalışmaları ve kuruluşunda ki tarihsel periyotları ana başlıklar altında incelemek istersek ; kurumun 1960 öncesi ve sonrası durumu ,görevleri birimleri ve her beş yılda bir hazırladığı (1-9 )yıllık kalkınma planlamaları olarak adlandırabiliriz. Birinci dünya savaşından sonra Türkiye’yi genel bir bakış açısıyla incelememiz gerekirse; Osmanlı devletinin bıraktığı borçları ve sorunları devralan alan Türkiye, o yıllardaki ekonomisini tarıma dayandırmaktaydı. Kişi basına düşen gelirin yetersiz olduğu ülkede, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek için devletin özel sektöre, sermaye açısından teşvik edici bir rol oynaması gerektiği inancı hakim olmuştur. 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karara göre özel sektörün maddi olanaklarının yetersiz kaldığı anlarda ,devletin bu tür işletmelere maddi kaynak sağlaması gerektiği kararı alınmış ve cumhuriyetin ilk yıllından 1933 yılına kadar liberal bir ekonomik politika izlenmiştir.Fakat 1929 yılında patlak veren ve tüm gelişmiş dünya ülkelerini etkileyen ekonomik kriz, toparlanmakta zorluk çeken Türkiye’yi bir kez daha dara sokmuştur. O yıllara kadar benimsenen Keynesgilci ekonomik politika krizle beraber bir yıkıma uğramış ve Türkiye’nin de dahil olduğu bir çok ülke ekonomi politikalarını değiştirme yoluna doğru gitmiştir. Böylelikle, cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan politikaların bir bölümü değiştirilmek istenmiş...

Words: 3003 - Pages: 13

Free Essay

Alevi Community

...THE ALEVI COMMUNITY IN TURKEY AFTER 1980: AN EVALUATION OF POLITICAL GROUP BOUNDARIES IN THE CONTEXT OF ETHNICITY THEORIES A THESIS SUBMITTED TO THE GRADUATE SCHOOL OF SOCIAL SCIENCES OF THE MIDDLE EAST TECHNICAL UNIVERSITY BY ALİ MURAT İRAT IN PARTIAL FULFILLMENT OF THE REQUIREMENTS FOR THE DEGREE OF MASTER OF SCIENCE IN THE DEPARTMENT OF POLITICAL SCIENCE AND PUBLIC ADMINISTRATION APRIL 2006 Approval of the Graduate School of Social Sciences Prof. Dr. Sencer Ayata Director I certify that this thesis satisfies all the requirements as thesis for the degree of Master of Science. Prof. Dr. Feride Acar Head of Department This is to certify that we read this thesis and that in our opinion it is fully adequate, in scope and quality, as a thesis for the degree of Master of Science. Assoc. Prof. Dr. Pınar Akçalı Supervisor Examining Committee Members Prof. Dr. Ayşe Ayata Assoc. Prof. Dr. Pınar Akçalı Assist. Prof. Dr. Aykan Erdemir (METU-ADM) (METU-ADM) (METU-SOC) I hereby declare that all information in this document has been obtained and presented in accordance with academic rules and ethical conduct. I also declare that, as required by these rules and conduct, I have fully cited and referenced all material and results that are not original to this work. Name, Last name: Ali Murat İrat Signature : iii ABSTRACT THE ALEVI COMMUNITY IN TURKEY AFTER 1980: AN EVALUATION OF POLITICAL GROUP BOUNDARIES IN THE CONTEXT OF ETHNICITY THEORIES ...

Words: 52011 - Pages: 209