Free Essay

Story

In:

Submitted By cemayd
Words 18417
Pages 74
BÖLÜM-3 ATEŞ OLMAYAN YERDEKİ DUMAN
17 Mart Cumartesi Saat 23.15 Kabil şehir dışındaki güvenli bir evde… KİT ekibinden çoğu kişinin bilinmeyen, resmiyette kendilerine ait olmayan, gizli işler için kullandıkları mekanları vardı. Bunlara kendi aralarında güvenli ev diyorlardı. Kabil’in güvenli evi ahşaptandı. Cem’in eğitim için gittiği eve benziyordu ama daha çok eşya vardı. Evdeki kasetçalara bir kaset koydu. Bir opera şarkısı çalmaya başladı. “Habanera” (Müzik linki için yoruma bakınız)
Çağıracağı iblis için kullanacağı işkence aletlerini hazırladı. Çağıracağı noktaya bir su çemberi çizdi. Ayrıca iblis gelince hareket edemesin diye farklı bir büyü daha yaptı. Sonra daha önce su çemberine yakalayıp da azat ettiği bir iblis çağırdı. “Yine mi sen .rospu çocuğu!” “Düzgün konuş lan! Seni çağırdığım yere dikkat et. S.kerim belanı kimsenin ruhu duymaz.” “Haklarım var.” “Sokarım hakkına. Burada senden ve benden başka kimse yok. Bizim abidik gubidik siyasetçilerimizle aranız iyi diye seni öldürmem mi sanıyorsun?” “Burası neresi?” “Bülbül yuvası.” “Bülbül yuvası ne?” “Senin gibi kargaların bülbül gibi öttüğü yer. Sana birkaç soru soracağım eğer cevabını vermezsen seni önce s.ker sonra öldürrüm.” “Bedelini ödersin…”
Kabil, iblisin bir kolunu kopardı ve açtığı yaraya tuz bastı. İblis acıyla bir çığlık attı. “Bağırma!” “Tamam ne istersen söyleyecem.” “Gözü parlamayanlar ne?” “Nasıl yani?” “Lan oğlum ortalıkta gözü sizinki gibi parlamayan yaratıklar var. Onlar ne?” “Her şeyi anlatacağım, ama sakin ol.”
Derken, kapı birden açıldı. İçerdeki ışık söndü. Dışarıda birisi vardı. “Hah ha ha! İşte bizimkiler beni almaya geldiler. Şimdi önce bütün uzuvlarını koparacağım, sonra bağırsaklarını sana yedirteceğim.” Diyerek kahkahalar attı iblis. İçeri siyah cübbesinin kapüşonuyla yüzünü kapamış birisi girdi. Gözü parlamıyordu. “Merhabalar Kabil, Benim adım Vefrak. İzninle önce şu haini öldüreyim.” Dedi ve iblisi saniyesinde paramparça etti.
Sonra;
“Eğer bizim kim olduğumuzu öğrenmek istiyorsan sabah 3te şehrin dışındaki eski iğne fabrikasında bir mühür kıracağım. Seni de beklerim.” Dedi ve ortadan kayboldu.
Kabil hemen diğerlerini aradı ve yola koyuldular. *************
Saat 22.50
Ezraym ve Efraym, Umut’un annesini ortadan kaldırmakla görevli olan Hanaklar… Kullanılmayan bir depodalar, kaçırdıkları kadınsa deponun ortasında bir sandalyeye bağlı. Kafasına da çuval geçirilmiş. “Buraya seni dinleyip geldik ama umarım Efendi Şavlon bu yaptığımıza kızmaz Efraym.” “Bu bizim kendimizi Babamıza göstermemiz için bir fırsat. İnisiyatif hakkımız olmamasına rağmen böyle bir şey yapmamızın sonucu güzel olursa belki de strateji ekibine katılabiliriz.” “Bu kadını buraya getirmekle elimize ne geçecek. Benim plandan haberim bile yok. Benim yararıma değil bu durum.” “Biz bir ekibiz Ezraym. Yaptığımız her şeyde ortağız. Eğer öleceksek de bu böyle. Bu kadını getirdik çünkü Umut’u kendi safına çeken su ırkı bu kadını Umut’un isteği üzere kurtarmaya gelecektir.” “Evet, Akuralar böyle şeylere değer verir.” “Akuralardan biri gelip bu kadını kurtarmaya çalıştığı zaman biz de geçenlerde su çemberimize takılan yüksek rütbeli iblisi çağıracağız.” “Onlar dövüşürken zaman kazanmış olacağız yani. Ama ne için zaman kazanacağız?” “Tabi ki babamızı çağırmak için.” “Efendi Şavlon bizim çağırmamızla gelir mi ki?” “Gelecektir, çünkü bu karıyı bize emanet etti. Ona bir şey olduğunu düşünecektir.” “Efendi Şavlon gelince ne olacak?” “Akuralardan birinin ölmesine bağlı olan mühür kırılacak.” “Tamam, hadi iblisi çağıracağımız noktayı belirleyelim. Stratejimize göre kadının hemen yanı olmalı.”
Efraym ve Ezraym depodaki bir konteynırın arkasına saklandılar. Bu arada Akuralardan( su ırkından) bir kadın(ismi Ahta) geldi. Kızıl saçları yere değer, kısa boylu bir kadın. Ezraym hemen iblisi çağırdı. İri yarı bir iblis sandalyeye bağlı kadının hemen önünde belirdi. “Beni buraya neden çağırdın sürtük!” Gözleri kırmızı bir alev gibi yanıyordu. “Seni buraya ben çağırmadım böcek. Ben sadece şu kadını kurtarmaya geldim.” “Bana böcek diyene bak. Boyun kaç senin yarım metre mi? Madem kurtarmaya geldin önce beni geçeceksin.” “Şu yersiz artistliğiniz yok mu? Beni benden alıyor. Senin gibi düzinelerce böcek öldürdüm.” “Sus lan kaltak!” diyerek yumruğunu kaldırdı iblis. Ahta’ya doğru koşmaya başladı. İlk yumruk Ahta’nın kafasına isabet etti. Ama Ahta’nın kafası suya dönüştü ve yumruk kafasının içinden geçti. Tekrar denedi. İblis sürekli saldırı da bulunuyordu. Ahta yerinden hiç kımıldamadı. İblisin her darbesi Ahta’nın içinden geçiyordu. “Ne oldu böcek? Suyu buharlaştıracak kadar ateşli değil misin?”
Ahta sağ elini iblise doğrulttu. İblis öksürmeye başladı. Boğazını tutuyordu. Ağzından sular fışkırıyordu. Yerde debelenerek öldü.
Ahta, iblisin cesedinin yanına geldi. “Sen de hiç şakadan anlamıyorsun, su şakasından.” Dedi. “Bakalım sen şakadan anlıyor musun? Söylemeliyim ki şaka anlayışın çok kötü.” Diye bir ses geldi.
Ahta, sesin geldiği yöne baktı. “Şavlon!” “Şaşırdın mı?”
Konteynıra döndü Şavlon; “Ezraym, Efraym iyi iş çıkardınız. Tam mühürlük bir akura. Siz şu kadını götürüp öldürün.” “Emredersiniz Efendim.” Dediler ve kadını götürdüler. “Ne olursun beni bırak. Ne istersen veririm.” Dedi Ahta. “Mesela?” “Batıksarnıç zindanının yerini tarif eden harita.” “Orası iblis ve Hanaklardan yakalananların hapsedildiği zindan değil mi? Daha önce yakalanmış adamlar ne işime yarar ki?” “Hayır, Akuralardan ihanet edenler sizin safınıza katılmadan yakalanıp oraya atılıyor. Akuralar da var.” Dedi ve bir harita çıkarıp Şavlon’a uzattı. Bu Şavlon’un çok işine yarayacaktı. Güldü; “Pazarlık yaparken bütün varlığını ortaya sürmezsin. Sende başka şeyler de vardır.” “Evet, var ama son şey. Eğer beni serbest bırakacağına söz verirsen onu sana veririm.” “Tamam söz veriyorum.” “Apokras’ın kapatıldığı zindan.” “Apokras ölmedi mi?” “Hayır 80 senedir özel bir zindanda hapis. İşbirliği yapması için türlü tekliflerde bulunduk ama kabul etmedi. Gardiyanlığını yapan herkes şimdi batıksarnıç zindanında. Çünkü kimle konuşsa onu kendi safına katıyor. Biz de onu başında kimsenin beklemediği bir yere hapsettik.” “Nerde?” “İşte Şurda” diyerek bir kağıt uzattı. “Artık seninle işim bitti.” “Ama söz vermiştin.” “Şaka yapmıştım. Sen şakayı seviyorsun ya.”
Şavlon elini Ahta’ya doğrulttu… “Şarahsa!” ************* Saat 2.45 KİT ekibi, Vefrak’ın tarif ettiği fabrikanın dışında yüksek bir yerden binayı izliyorlar. İçerde bir kilise papazı var ve etrafı bir sürü Hanakla çevrili. Habil hemen çağrı cihazıyla merkeze haber verdi.
“Burada bir iblis ordusu var ve mühür kırma hazırlığındalar.”
Bu sırada içerde papazın yanında Vefrak belirdi. Kalabalığa “Mührü kim kırmak ister?” diye sordu.
Herkes çıldırmış gibi “Ben!” diye bağırıyordu. “Elbet de ben!” dedi gülerek. Bilinmeyen dilde bir şeyler okumaya başladı. “Camideki sözler…” dedi Cem. Papaz sözler bittikten sonra paramparça olmuştu.
Bu sırada KİT 50 ciple gelmişti. Her cipten 4 KİT üyesi indi. Habil’in ekibi de onların yanına gittiler.
KİT’in bu büyük operasyonunun başında takım elbiseli güneş gözlüğü takan bir tip vardı, ismi Arif’ti Fabrikayı göstererek “Su çemberine alın.” Dedi.
Ciplerin arkasından makaralara sarılı hortumları çıkardılar. Fabrikanın etrafını hortumla çevirdiler. “Bunlar ne?” diye sordu Cem. “Hortumların içinde vefkleri hazırlanmış sular var. Hortumun çevrelediği yer su çemberine alınmış oluyor.” Dedi Habil. Herkes silahlarını aldı ve binanın içine girmek için operasyon başladı. Onar, yirmişer gruplar halinde muhtelif yerlere konumlanmışlardı. Arif bey eline telsizi aldı ve “Girin.” Dedi. Ekipler aynı anda içeri girdiler “Efendim, girebilirsiniz.”
Arif bey fabrikanın içine girdiğinde çok sinirlenmişti. İçerisi bomboştu. Dörtlüye döndü ve “Bu rezaleti merkeze gelince açıklayacaksınız. Bize bir şeyler olduğunu söyleyerek iki yüz KİT ajanını buraya getirttiniz. Belki de sizin yüzünüzden şu anda başka yerlere yardım gidemiyor. Tek kelime etmeyin sakın! Sizinle merkezde görüşeceğiz.” Dedi ve operasyon ekibine döndü; “Hiçbir şeyi toplamadan araçlarınıza binin. Bu geri zekalılar toplasınlar.” Dedi. Kendisi de aracına bindi. Birkaç dakika içinde ortalık sakinleşmişti. Sadece dördü kaldı. Kabil sinirinden oraya buraya tekme atıyordu; “S.ktiğimin müdürü! Sanki Amerikan filmi çekiyoruz. Bi de gece gece güneş gözlüğü takmış.” Dördü de İçi boş olan fabrikaya girdiler. Hiçbir iz yoktu… “Nasıl bu kadar hızlı hareket edebiliyorlar? “Bakın burada kim varmış?” diye bir ses duydular. Gözleri ateş gibi parlayan 20 kişi fabrikanın kapısının önünden içeri bakıyorlardı. Deri ceketleri, motorları, çeşitli metalci aksesuarları vardı. Her birinin elinde çeşitli delici kesi aletler bulunuyordu. Bir tanesinin boynunda bir balta asılıydı. Liderleri bir adım öne çıktı. Boynunda balta asılı olan baltayı, liderlerine verdi. “Siz de biliyorsunuz ki tesadüf diye bir şey yoktur.” “Evet, ne güzel bir tevafuk oldu.” Dedi Habil. “Bana cemaat ağzıyla konuşma. Demek istediğim burada bilerek kapana kısılı kaldınız. Siz Hanakları ifşa ettiniz. KİT deki ajanlarımız da sizi bana sattı.” “E sanırım biraz, çok az, mini minnacık, yani çok ufak bir şekilde başımız dertte.” Dedi Tunç. “Görevimse sizi imha etmek. Kıyamet imha timini imha timi. KİTİT…” diyerek güldü. “Hatta o kadar az ki, ucunda ölüm var gibi görünüyor.” Diye ekledi Cem. “Ben size timin adının dandik olduğunu söylemiştim.” Dedi Cem “Şimdi ki derdimiz bu değil Cem.” Dedi Tunç. “Hanaklar da kim?” diye sordu Habil. “Ölümünüzden dakikalar önce size bu gerçeği açıklayabilirim. Hanaklar duman ırkı, bizse ateş. Gözü parlamayanlar Hanaklardı. Teknik olarak bizim de düşmanımızlar ama onlarla aynı saftayız. Amaç aynı. Biz de uyguladığınız hiçbir yöntem onlarda işe yaramaz. O yüzden hiç birini ele geçiremediniz. Bu sırrı öğrendiğinize göre artık ölmeniz şart.” “KİT’in içindeki hain Arif mi?” diye sordu Habil. “Birden fazla var. İçlerinden biri de o diye biliyorum.” “Sonunda geldiniz! Daha bu gerzekleri ne kadar oyalayabileceğim diye düşünüp duruyordum.” Dedi Kabil. Lidere doğru yürümeye başladı. “Bakın birisi de sizin aranızdaymış. İsminden anlayamadınız mı?” diyerek kahkaha attı liderleri. Ardından da diğerleri güldüler. “Etraflarını sarın!” dedi Kabil.
İblisler diğer üçünün etrafını çevirdiler. Ekip arkadaşları o kadar şaşırmıştı ki donakalmışlardı. Kabil, iblislerin liderine döndü; “Sana özel bir bilgi daha vermem gerek. Daha doğrusu teklif diyeyim.” “Tekliflere her zaman açığım.” “Şu üç gerzeği benim öldürmeme izin ver. Ne zamandır bunların ağız kokusunu çekiyorum. Karşılığında da sana öyle bir bilgi vereceğim ki; sende şu gerzeklerin (diğer iblisleri göstererek) ağız kokusunu çekmek zorunda kalmayacaksın. Çünkü rütben artacak.” İblisin ağzı kulaklarına varmıştı; “Haydi çek silahını da sık kafalarına o zaman, gerçi onlar için çok güzel bir son düşünüyordum ama.” Dedi. “Sana söyleyeceğim şey çok önemli, o yüzden bu düşük dereceli iblislerin yanında söyleyemem. Dışarı çıkalım.” “Hay hay.” Diyerek güldü iblis. “Yürüyün lan zübüşler!” dedi Kabil. “Sizin için içeri gir çık yapamam, sıkar giderim ordan.” “Ne tembel adamsın.” Dedi iblis gülerek. Habil, Tunç ve Cem önde Kabil silahı onlara doğrultmuş bir şekilde onların arkasında. İblislerin lideri de Kabil’in arkasında dışarı doğru yürüyorlardı. İlk üçü dışarı çıktı, artık son anlarını yaşıyorlardı. Habil; “Bunu yaptığına inanamıyorum.” Dedi. Kabil de onu takiben dışarı çıktı; “İnanma zaten kardeş.” Diyerek güldü.
Lider küfretmeye başladı. Herkes şaşırmıştı. Kabil gülüyordu. Lider iblis fabrikadan çıkamıyordu. Kabil, iblise döndü; “Lan sen ne saf iblissin. Belki de bu saflıkla cennete bile girersin. Bir sürü açık veriyorsun.”
Arkadaki iblislerden biri; “Güler misin ağlar mısın amk.” Dedi. Bir diğeri; “Şimdi mi s.kersin yarına mı bırakırsın daha uygun olur.” Dedi.
Hepsi öfkeyle liderlerine bakıyorlardı. “Nasıl oldu bu?” diye sordu Cem. “Su çemberini Arif haini toplatmamıştı. Biz de daha toplamamıştık. Yani bir iblis içeri girerse dışarı çıkamaz. Geriye bizim dışarı sağ salim çıkmamız kaldı. Bu Salak kimlerin kendilerine çalıştığını bilmediğini söyledi. Ben de ‘bu bilmiyorsa öbür dingiller hiç bilmiyordur.’ Diye düşündüm. Hain numarası yaptım hepsi mal gibi inandılar. Ve şimdi hepimiz dışarıdayız.” Dedi Kabil.

“Sizi buradan götürmeliyiz.” Diye bir ses duydular. Gelen Umut ve iki ızbanduttu. “Bu o sihirli çocuk.” Dedi Tunç. “Hanak mısın?” diye sordu Kabil. “Akurayım. Mesele benim kim olduğum değil. Sizi artık yaşatmazlar. Bu gerçeği öğrenen hiçbir insan hayatta kalamadı.” Dedi Umut. “Görelim bakalım.” Dedi Cem. “Onlardan biri de babandı Cem.” Dedi ızbandutlardan biri. “Ulan ne babaymış her yerde karşıma çıkıyor. Önüme gelen beni babamla ikna ediyor.” “Nereye gidiyoruz?” dedi Habil. “Nur Şahbazlarına.” Dedi Umut.

Bölüm 4 İBLİSLERİN İBLİSİ
15 Mart,Perşembe
Saat 22.56 Şehrin caddelerinde yürüyen bir umutsuz… Omuzları düşük bir halde kara kara düşünüyordu. 35 yaşlarında kirli sakallı sarışın bir adam, karısı lenf kanserine yakalanmış… Hastalığın son evresinde, kanser diğer bölgelere de sıçramıştı. Karısını hastanede ziyarete gitmiş ve şimdi de evine dönüyordu. Caddenin karşısına geçerken birisi aniden ceketinden tutup çekti. Çeker çekmez de bir otomobil kornaya basarak hızla yanından geçti. Kendisini kurtaran adama baktı. Adamın gözleri griydi; “Biraz dikkatli ol. Neredeyse ölüyordun.” Dedi gülümseyerek. “Sanki umurumda…” diyerek yoluna devam etti. Karşıya geçti. Apartmanların bulunduğu bir mahalleye geldi. Şehrin gürültüsü bu mahalleden oldukça hissediliyordu. Kendi dairesinin bulunduğu apartmana girdi, asansörü çağırdı, kendi katına çıktı. Eve geldiğinde içerde bir karaltı gördü. Işıkları açtığında kendisini araba çarpmasından kurtaran adamın içerde olduğunu gördü. “Kimsin sen! Buraya nasıl girdin?” “Asıl soru şu olmalı; nesin sen? Sana bir iş teklifi yapmaya geldim. Adım Vefrak.” “Polisi arayacağım.”
Adam polisi aradı. Telefondan karşısındaki adamın sesi geliyordu. “Aradığınız yardıma şu an ulaşılamıyor, lütfen tekrar denemeyin.” “Eğer dediklerimi yaparsan, karını iyileştirebilecek güce sahibim.” Dedi Vefrak. “Ne istiyorsan yaparım.” Dedi adam. “Zor bir şey değil, şu karşıdaki mahalledeki camiyi biliyor musun?” “Evet.” “İşte oranın imamını camiye çağıracaksın.” “Sen neden yapmıyorsun?” “Camiye çağırabilmem için O’nun adını da kullanmam gerek.” “İmamın mı?” “Tanrı’nın seni salak!” “Anladım, sen kullanamıyorsun. Yani şeytani bir şeyler yapıcam.” “Kullanmıyorum diyelim. Sen gideceksin onu kandırıp camiye getireceksin.” “Tanrı’yı mı?” “İmamı seni salak!” “Herkesten o diye bahsedersen kafam karışır tabi.” “Bir daha ‘o’ dersen kafanı kopartır karının lenf bezlerine sokarım!” “Tamam be… Gidip imamı camiye çekeceğim. Bundan basit ne var ki?” dedi adam. Saat 23.45
İmamın kapısı çalındı. İmam pencereden baktığında umutsuz birini gördü. Hemen üstünü giyinip dışarı çıktı. “Buyurun.” “Hocam ben tövbe etmek istiyorum da, camiyi açar mısınız?” “Tövbeyi evinden de edebilirdin genç adam.” “Biliyorum ama camide olursam daha iyi olabilir diye düşündüm.” “Nasıl istersen, zaten normalde her daim açık olması gerek ama biliyorsun hırsızlar çoğaldı. Eskiden böyle miydi? Şimdi camiye kim ne için geliyor bilemiyoruz. Kimse eskisi gibi değil. Bekle de anahtarı alıp geleyim.”
İmam birkaç dakika sonra döndü. Kısa süre sonra Caminin önündeydiler. İmam caminin bahçe kapısını açtı, iç kapısını açarken; “Hocam siz açın ben de bir abdest alıp geleyim.” Dedi adam.
İmam caminin iç kapısı açtı ve ışıkları yakmak için içeri girdi. Işıkları açarken arkasından birisinin geldiğini fark etti; “Ne çabuk aldın delikanlı?” dedi. “Daha almadım.” Dedi o kişi. Arkasına döndüğünde siyah cübbeli kafasında kapüşonu olan birini(Vefrak’ı) gördü. “Mona Sarah!(Kapanın!)” dedi Vefrak. Işıklar kapandı. Bir anda imamın yanında belirdi ve yakasından tutup mihrabın oraya fırlattı. Elindeki bir bıçakla imamın boğazını kesti ve bir kitap çıkardı. Ve okumaya başladı. “Şarah EraNasaryaSa Neza EraUnabedsa! Sunakasarah EraMenNasar NiSangre NiSangre Nue Unabed!”
Gözünü bir ışık aldı. Birisi yüzüne fener tutmuştu ve korkudan dona kalmıştı. Saniyesinde yanında belirdi. “Siz insanlar neden yanlış zamanda yanlış yerde olursunuz ki” diyip bir yumruk attı. Adam yumruğun etkisiyle dışarı fırladı. “Mona Sarah!” Caminin iç ve dış kapıları kapandı.
Kalan sözleri okudu ve camiden çıktı… Karısı kanser olan adamın evine gitti. Adam, Vefrak’ı bekliyordu. “Dediğini yaptım, şimdi karımı iyileştir.” “Olmaz.” “Sözünde dur!” “Sana öyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum, sana karını iyileştirecek güce sahibim dedim. Onu iyileştireceğimi söylemedim. Bir dahaki anlaşmayı iyi ayarlarsın.” “Buraya bunu söylemek için mi geldin?” “Sence?” “Tanığı öldürmek için geldin.” “Bu yaşta bu zeka, sen doktor olsana. Belki karını da iyileştirirsin.” Dedi gülerek Vefrak. Adam korkup kaçmaya başladı. Tam dış kapıyı açıyordu ki karşısında Vefrak’ı gördü. “Benden kaçamazsın.”
2o Mart Salı
Öğle vakti…
Dumanlıdağ kasabası 250 nüfuslu küçük bir kasaba. Şehre 12 saatlik mesafede. Yılın her mevsimi güneşi eksik olmayan, parkeden bir cadde etrafına dizilmiş evleri olan bir yer. Tüm kasaba bir caddeden ibaret… Ordan oraya koşuşturan çocuklar, cıvıldayan kuş sesleri, hiçbir yere hareket etmek zorunda kalmayan seyyar satıcılar. Bir simitçi arkadaşıyla konuşurken gökyüzündeki kuşları seyrediyordu. “Ha?” “Ne oldu?” dedi Simitçinin arkadaşı “Kuşlar hepsi buradan uzaklaşmaya başladı.” Sonra kuşların tersi yöne baktı. “Bu da ne?” “Kaçın!” diye bağırdı ve koşmaya başladı. Hiç kimse bir şey anlamamıştı. Sonra Simitçinin neden kaçtığını anlamak için tersi yöne baktılar. Kocaman simsiyah bir bulut huzmesi hızla kasabaya yaklaşıyordu. Herkes çığlıklarla koşturmaya başladı. Bulut birkaç saniye içerisinde kasabayı kuşatmıştı. Hiçbir yer görülmüyordu. Sadece çığlık sesleri… Ağlayan çocuklar, bebekler. Vahşetle bağıran yetişkinler. Yaklaşık bir dakika sonra bütün sesler kesildi… Bulut dağılmaya başladı. Bir ayak sesi duyuluyordu. Parkeye çarptıkça ‘tık’ eden bir kundura sesi. Bulut dağıldıkça siyah takım elbisesiyle bu küçük kasabanın caddesinde yürüyen Şavlon belli oluyordu. Etraf cesetlerle doluydu. Ellerini havaya açtı. “Gelin evlatlarım, size yeni kıyafetler aldım!”
Gökten yağmur gibi duman yağmaya başladı. Damla şeklindeki dumanlar. Her biri bir cesedin üstüne düşüyordu. Üstüne damla düşen cesetler gözü grileşmiş bir şekilde ayağa kalktı. Şavlon’un önünde diz çökmüş şekilde Vefrak belirdi. “Efendim. Deccal gelmek üzere…” “Berk de onunla birlikte mi?” “Evet efendim.” Şavlon, Vefrak’a bir kağıt uzattı; “Burada Apokras’ın tutsak edildiği yer yazıyor.” “Apokras ölmemiş miydi efendim.” “Apokras çok zeki ve tehlikeli bir iblis. Her durumdan sıyrılabiliyor demek ki. Akuraların ağzına bir parmak bal çalıp hayatta kalmış olmalı. Zeki olduğu kadar da kincidir. Kendi ırkı tarafından ihanete uğradı. Eğer onu biz kurtarırsak, iblislerin başına bela olacaktır.” “Emredersiniz efendim. Ona nasıl hitap etmemi istersiniz?” “O artık benim dost adayım, Üssünmüş gibi davran. Yanında da kimseyi götürme. İkilik çıkarmayı sever. Kendi askerlerin tarafından ihanete uğrayabilirsin.” “Efendim böyle bir dosta gerçekten ihtiyacımız var mı?” “Eğer ona güven verebilirsek, bize asla zarar vermez.” “Evet, Efendim!” diyerek gözden kayboldu Vefrak. Biraz sonra kasabaya gelmekte olan beş araç görüldü. Şavlon’un önünde durdular. Ortadaki araçtan Berk’le Takım elbiseli bir adam indi. Diğer arabalarda güvenliği sağlamak amacıyla Hanaklar vardı. “Hoş geldin Deccal.” Dedi Şavlon. Deccal birliği sağlamak için hem iblislerle hem de Hanaklarla görüşüyordu. İki taraf da Deccale destek oluyordu. Ona adam veriyorlardı. Hatta Deccalin yanında aynı anda iblis ve Hanakların olduğu da oluyordu. “Tolian’da Haris adını kullanıyorum Şavlon.” “Hoş geldin Haris.” “Hoş bulduk.” “Ahmar’la görüştüm. Artık güçlerinizi birleştirmenin zamanının geldiğini düşünüyorum.” Dedi Haris. “Bana bak Haris! Ben neden bu pis dünyaya geldim?” “E- Efendi Asvat için.” “Evet, Abim Asvat için. Peki Ahmar neden bu pis dünyaya geldi?” “Aynı sebe…” “Kes! O kibrinden dolayı geldi. İlk baştaki amacı o değildi! Güçlerimizi birleştirmek diye bir şey asla olmayacak! Ama eğer hükmüm altına girmek isterse yaptığı hainliği unuturum. Gelip benim vezirim olabilir.” “Ama…” “Aması yok!” “Peki, Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı?” “Bana Akuraların dilinden anlayan birini bul.” “Şavlon, senin bütün isteklerin böyle zor mu?” “Kıyamet kolay mı kopacak zannediyorsun? Kıyamet diyince… Şu KİT’teki dört elemana ne oldu?” “Şu dört eleman diye bahsetmene şaşırdım. Cem için planların olduğunu biliyorum.” “Neyse ne… Ne oldu dedim.” “İfşa oldunuz ne olacak.” “KİT’te adamlarım var demiştin.” “Evet var, Arif onları bize verdi ama bizim embesiller elinden kaçırmış.” “Şimdi ne olacak?” “Bulmaya çalışacağız. Akuralar tarafından korunuyorlar galiba.” “Tamam gidebilirsin.”
Haris, arabaya bindi ve hepsi birden uzaklaştılar. Berk’se kasabada Şavlon’la birlikte kalmıştı. “Konuştuklarınızdan hiçbir şey anlamadım.” “Hepsini öğreneceksin. Şimdi seni bir Hanak’a dönüştürmek için buradayız.” “Nasıl olacak peki?” “Dürüst olmam gerekirse çok canın yanacak. Ama Hanak olduktan sonra sayısı az olan kişiler canını yakabilecek.” “Bir insan nasıl bir dumana dönüşür ki?” “Ruhunu yakarak. Ruhun o kadar yanacak ki, geriye dumandan başka bir şey kalmayacak.” “Hadi yapalım.” Şavlon elini Berk’e doğrulttu. Berk çığlık atmaya başladı. Yer sallanıyordu. Tüm Hanaklar kulaklarını kapatıp yere yığılmışlardı. Camlar patlıyordu. Şavlon Berk’in haline bakarken gözleri simsiyah olmuştu. **********
Yer altına gömülmüş bir şehir. Karanlık dar sokaklı. Üç metre karelik demirden bir oda. İçinde biri var. Eskimiş kıyafeti, kafasında kapüşonu ve yüzünde ifade bulunmayan kırmızı üçgenli maskesi (Kitap kapağındaki maske ^^)… Gözleri ateş gibi parlıyor. “Hanak kokusu alıyorum…”
Odanın demir kapısının önünde biri belirdi. “Sizi buradan çıkarmaya geldim efendim.” “Seni buraya Şavlon mu yolladı?” “Evet efendim.” “Yıllar önce bu topraklara ne Hanaklar ne İblisler girebiliyordu. Biliyorsun buradaki halk çok inançlıydı. Ve mühürlerin bir kısmı da buradaydı.” “Evet efendim.” “Sonra benden yardım istediler. Ben de içeri ajanlar soktum. Halkı inançsızlaştıracak onları yanlış yönlendirecek ajanlar. Sonra ele geçirdiğimiz ülkeleri birleştirip Ottolara saldırdık. Buraya cinayet, tecavüz, bebeklerin katledilmesi gibi olayları soktum. Ve artık rahatça buralara girebilir olduk. Çünkü artık halk günah istiyordu. Biliyorsun halk ne istiyorsa maneviyat da ona göre şekilleniyor.” “Evet efendim.” “Sonra ne oldu?” “İhanete uğradınız efendim.” “Beni Akuraların tuzağının içine yolladırlar.” “Evet efendim.” “Şavlon beni kullanmak için mi istiyor?” “Hayır efendim. Hiçbir işinize karışmayacak. Yaptıklarınızdan dolayı size minnettar. Sizin öldüğünüzü sanıyorduk. Yaşadığınızı şu an ölü olan bir Akuradan öğrendik.” “Ahta öldü mü?” dedi gülerek. “Evet Efendim.” “Onu kendim öldürmek isterdim. Senden bir isteğim olacak.” “Buyurun.” “Buradan çıktıktan sonra Şavlon’la görüşmeye gideceğim. Sen de bana Lithien’i bulacaksın.” “Emredersiniz Efendim!” “İblislerin İblisi Apokras serbest kalıyor he? Artık COTA ekibini toplamamın vakti geldi.” BÖLÜM 5 KAFESTEKİ SES Vefrak, Apokras’ın isteği üzerine Lithien’i bulmaya gitmişti. Apokras’sa şu an Şavlon’un karşısındaydı. Şavlon’un hemen arkasında da Berk vardı... “Hoşgeldin Apokras.” “Beni neden o çukurdan çıkardığını merak ediyorum. Neticede Senin görüşüne bakarsak ben hainlerin ırkından biriyim.” “Benim görüşüm senin hakkında farklı. Sen ateşden yaratılmış olabilirsin ama aynı zamanda ihanete uğramış birisin.” “Hainlerin bana da hainlik yapmaları beni düşmanının düşmanı yapıyor yani.” “Evet seni dolaylı yollardan dostum yapıyor. Ayrıca kırılması zor mühürlerin çoğu senin planların sayesinde kırıldı.” “Üzülerek söylemeliyim ki; mühür işleriyle artık fazla ilgilenmiyorum. Benim amaçlarımla kesişen mühürler olursa durum ilk söylediğimden farklı olur. Ama şu an kafamdaki planlar senin isteklerinle uyuşuyor. Bir hediyeyle dönebilirim.” “Dostluğun simgesi olan bir hediye mi?” “Aslında bakarsan ödeşme hediyesi... Seninle dövüşürsem kaybederim. Lakin benden güçlü bir dostumun olması da hoşuma gitmez.” “ Anlıyorum... Dost olmak istemiyorsun.” “Bağlanma sorunum var, seni üzerim.” Diyerek güldü Apokras. “Bana ödeşme hediyesi getirmene gerek yok. İntikamını Ahmar’dan her türlü alacağına eminim. Onun devre dışı kalması benim için yeter de artar bile.” “Benim gibi biriyle dost olmadığın aşikar. Şu Haris denen velet seni küçük şeylere alıştırmış. Sana getireceğim hediye biraz daha büyük olacak. Ama önce özgürlüğümü elime almalıyım.” “Yardım edebileceğim bir şey varsa hazırım.” “Aslında bakarsan var. Sana ödeşme hediyemi getirene kadar bana karşı duyarsız ol.” “Duyarsız?” “Az malzemeyle çok yemek yapılmaz Şavlon...”
Bu sırada Vefrak yanında kıyafetleri Apokras’ınkine benzeyen biriyle geldi. “Lithien de geldi işte. Tekrar görüşmek üzere.” Dedi Apokras. Sonra Lithien’le birlikte ortadan kayboldular. “O kimdi efendim?” diye sordu Berk. “Bir iblis... Stratejist birisi. Strateji geliştiren biri olmasına rağmen sahalardan uzak duramaz. Onunla düşman olmayı ben bile istemezdim.” Dedi Şavlon. “Özgür olmaktan bahsediyordu. Şu an özgür değil mi?” “İblislerin hiç biri özgür değildir. Daha önce de söylediğim gibi onlar hain bir ırk. Eğer Ahmar onlara tasma takmasaydı, çoktan ihanete uğramış olurdu.” “Ahmar’a bağlılar demek, ama nasıl?” “Bir tılsımla. Yaşayan bütün iblisler bir tılsımla ona bağlı. Onun söylediklerini yapmak zorundalar. Karşı gelemezler. Aslında kukla gibiler. Apokras da zincirlere bağlı.” “Ama özgürmüş gibi hareket edebiliyor.” “Bu yüzden ona iblislerin iblisi deniyor. Ama tam anlamıyla istediği şeyleri yapamıyor. Bu yüzden ortalığı karıştıracak gibi. Bana bu yüzden bana karşı duyarsız ol dedi.” Sonra gözü griden siyaha döndü. “Evlatlarım kendinize dikkat edin. Apokras’ı gördüğünüz zaman kaçın ya da itaat edin. Ona bir söz verdim, sizlere bir şey yapsa bile onu görmezden geleceğim.”

Apokras, bir mağarada Lithien’le birlikte... “Hep seni aradım ama bulamadım.” “Sana söylediklerimi araştırdın mı?” “Devredicileri mi? Evet.” “Ahmar benim serbest kaldığımı yakında öğrenecektir. Öğrenince de beni hemen görmek isteyecektir. O zamana kadar sen de şu Deccal’in yanına git. Tabi Şu elektrik devredicisiyle. Şimdi Ahmar, Deccal’e itaat emri de çıkartmıştır iblislere, tek gidersen bir şey yapamazsın. Sana saçma emirlerde bulunur. Yerine getirmek zorunda kalırsın. O sana emretmeden onu korkutmaya bak.” Apokras birden ortadan kayboldu. “Anlaşılan Ahmar öğrendi. Bir an önce Deccal’e gitmeliyim.” Dedi ve o da ortadan kayboldu.

Eski bir manastır. Ortada büyük oval bir masa... Etrafında Kırmızı cübbeli iblisler var. Ahmar masanın baş köşesinde, stratejist, komutan ve ya güçlü iblislere bakıyor. Kapı birden açıldı ve içeri eskimiş kıyafetli birisi girdi.

“Gösterişi her zaman sevdin Apokras. Direkt bu oda yerine dışarı ışınlanmışsın. Otur şöyle.” Apokras boş olan koltuklardan birine oturdu. Ahmar toplantıyı başlattı. “Zeki stratejistimiz Apokras hapsedildiği çukurdan kurtulduğuna göre artık planlarımız daha iyi olacak.” Dedi Apokras soru sorulduğu zaman doğruyu söylerek cevap vermek zorundaydı. Burdan nasıl kurtulacağını düşünüyordu. “Şavlon şu Berk denen çocuğu kendi safına çekmiş. Akuralar da Umut’u bizim elimiz yine boşta. Apokras bununla alakalı bir strateji geliştirebilir misin?” “Bana göre en doğru karar Deccal’in kullanılması.” “Deccal zaten kullanılıyor.” “Evet ama tam işlevsel değil. Sadece ikinizin arasını bulmaya çalışıyor. Oysa Şavlon seninle hiç bir zaman anlaşmayacak. Bunu biliyoruz ve düşmanca bir strateji geliştirmemiz gerekiyor.” “Düşmanca mı?” dedi İblislerden biri. “Asıl soru şu nasıl?” dedi bir diğeri. “Deccal’e Şavlon’un ona sunmadığı ayrıcalıkları vererek. Deccal bize yaklaşacak ama Şavlon onu hala bizi oyalamak için kullandığı bir dost sanacak.” Bu plan Ahmar’ın hoşuna gitmişti. Güldü... “Apokras’ın aramıza döndüğü belli olmaya başladı. Söyle evladım ne istiyorsun?” “Beni neden hapse tıktırdığınızı öğrenmek istiyorum.” Dedi Apokras cüretkar bir biçimde. Ahmar hariç herkes sinirlenip ayağa kalkmıştı.
Gözler sinirli bir şekilde koltuğunda oturan Apokras’a bakıyordu. Ahmar, Apokras’a baktı. Sakin bir şekilde “Kapa çeneni...” dedi. Apokras maskesinin arkasından sırıtıyordu. Herşey planladığı gibi gitmişti. Ona yalan söylemeden yapılabilecek güzel bir strateji önermişti. Ve daha fazla söylemesi gereken şey vardı. Toplantının ilerleyen dakikalarında söylemek zorunda kalacaktı. “Neyse ki bana çenemi kapamam emredildi.” Diye düşündü ve o emre uydu. Şimdi Ahmar’ın Deccal’e verebileceği en güzel imtiyaz ona tamamen bağlı iblis vermesiydi. Deccal’e tamamen bağlı iblislere Deccal’in her emrine uyması emredilirse geriye Ahmar’a sadık olmak zorunda olmayan birisini –Deccal’i- kullanarak tılsımı ele geçirmek kalıyordu. Apokras hem emre uyup Ahmar’ın önüne güzel bir yemek sunmuştu hem de o yemekleri Ahmar’dan habersiz zehirlemenin yolunu...

Lithien bir takım elbise giymiş halde şehrin dışındaki apartman sitelerinin bulunduğu bir yere gelmişti. Bir bakkalın önünde pusuya yatmıştı. Peşinde olduğu adam burada yaşıyordu. Bakkala birden siyah bir kedi girdi. Ağzında bir paket sigarayla koşarak çıktı. Bakkal da peşinden çıkmıştı ama kedi çoktan uzaklaşmıştı. Lithien kediyi takip etti. Kedi, pakedi cılız,gözlüklü bir adama getirmişti. Adam kediye baktı. “Biliyor musun kedileri aslında hiç sevmem.” Dedi ve kedi yere yığıldı. “Sakin...” dedi Lithien sakin bir şekilde. Adam, Lithien’e baktı. Sonra şaşırdı. “Neden olmuyor?” dedi. “Güçlerin bende işe yaramaz. Şimdi neden sakin olmuyorsun?” dedi Lithien. Gözleri kırmızı bir şekilde parlıyordu.
Adam güldü. “Anlaşılan gücümden haberin var.” “Buraya sana teklifte bulunmaya geldim. Böyle bir insan şehrin dışında kedilere sigara çaldırarak heba olmamalı.” “Aslında bakarsan bir yerden yüklü bir miktarda para gelecek, ama bir türlü gelmiyor.” “Ne kadar yüklü? Bir milyon lira? Bir milyar? Belki de iki Milyar?” dedi gülerek. “Aslında bakarsan euro...” diye gülümsedi. “Ben biraz fazlasını teklif edeceğim, dünyayı ele geçirmek gibi.” “Deler.” Dedi adam gülerek. “COTA’ya katılmaya hazır mısın?” “Evet, arkadaşlarım bana Seko derler. Eğer bir kod adı alacaksam tercihim Seko’dur.” Diye gülümsedi. “Lithien... Benimki de bu.” “COTA ne bu arada?” “Sonra anlatırım.”

****************
Kafesteki Ses... “O, önce kavramları yarattı. Sonra kavramlara savaşmalarını emretti. Savaş bittiğinde bazı kavramlar birbirlerine galip gelememişti. Ateş, Duman, Su, Nur, Yokluk ve Toprak. Sonra yeni savaş alanı yaratıldı. Ve kavramlardan da varlıklar... Ateşten Ahmar’ı yarattı, Dumandan Şavlon’u, Sudan Azrak’ı, Nurdan Abyat’ı, Yokluktan beni yani Asvat’ı, Topraktan da Adem’i... İlk başta Cennette kardeşlerimle beraber yaşıyorduk. Adem yaratıldıktan sonra bize ona secde etmemizi emretti. Adem beni göremiyordu. Beni göremeyen bir yaratığa secde edemezdim, reddettim. Bu yüzden şu anda bulunduğum kafese hapsedildim. Melekler ve su ırkı secde etmişti. Şavlon benim kapatılmamdan dolayı cenneti terketti ve kafesten çıkmam için dünyada mühürleri kırmaya başladı. Şeytansa ateşten yaratıldığını ve toprak üstün olduğunu söyledi ve secde etmedi. Sonunda Cennetten kovuldu. Dünyaya gelince Şavlon’un yanına gitti. İş birliği teklif etti. Ama Şavlon “Sen ağabeyimiz için Cenneti terk etmedin, sen kovuldun. Eğer kovulmasan hala Cennette sefa sürecektin.” Diyip onu hain ilan etti. Şavlon ve Ahmar birbirlerine düşman oldular. Ama mühürleri kırmaya devam ettiler. Azrak’a ise dünyaya gidip mühürleri koruması emredildi. Azrak secde ettiği halde dünyaya gelmekten hoşnut olmamıştı melekleri kıskandı ve onlara düşman oldu. Tabi mühür koruma işlemine devam etti. Böylece kardeşlerimin hepsi birbirlerine düşman olmuşlardı. Ama ben buradan çıktığımda bana ihanet eden kardeşlerimi bile affedeceğim. Tek amacım insanoğlunu yok etmek.

Ben bu sonsuz karesi olan satrancın siyah renkli şahıyım. Birbirine düşman olan vezirlerimin güçleri birleştiğinde ordum çok kuvvetli olacak. Ben Asvat, yokluktan yaratıldım. Buradan Çıktığımdaysa getireceğim tek şey yokluk...” BÖLÜM 6 ÜÇ MAYMUN Umut, KİT ekibiyle birlikte şehrin en varoş kısmınlarından birindeydi. Eskimiş, yıkılmaya yüz tutmuş apartmanlar. Heryerde çeteler, fahişeler ve türlü türlü insanlar... “Nur şahbazları dediğin kişiler burada mı?” diye sordu Kabil. “Kendilerini burada gizlemiş olmalılar.” Dedi Cem. “Şeytanlaşmış insanların arasında mı? Hayır...” dedi Umut. “Bizi buraya neden getirdin o zaman?” dedi Habil. “Bir takım gerçekleri öğrendikten sonra insanların başına geleceklerin ihtimali fazla değildir. Ya kaçar saklanırsın ya da ölürsün. Kaçıp saklananlar çoğunlukla Nur Şahbazları’na katılırlar. Onlar da çoktan ölmüş olurlardı eğer başka bir boyutta yaşamasaydılar.” Apartmanlardan birine girdiler. Bodrum kata indiler ve tahta bir kapının önünde durdular. “Şimdi göreceğiniz manzara size değişik hisler yaşatabilir.” Diyip kapıyı açtı Umut. KİT ekibi kapıdan geçtiler. Ucu bucağı görülmeyen yeşilliklerle dolu düz bir alan. Hepsi şaşkın bir şekilde etrafa bakıyorlardı. Umut ve peşindeki iki dev gibi adam da kapıdan geçti. Umut ve peşindekiler kapıdan geçer geçmez bedenleri suya dönüştü. KİT ekibi ürkerek bakıyordu. “Korkmanıza gerek yok. Biz su ırkındanız. Bu boyutta her varlık kendisi gibi görünür. Akuralar akura gibi insanlar da insan gibi.” Dedi Umut. Kabil, Umut’a baktı: “İnsan olduğunu sanıyorduk...” dedi. “Öyleydim. Dönüştüm... İnsan ruhu içinde bir sürü şey taşır. Değişici bir özelliğe sahip.” “Nur Şahbazları burda mı yaşıyorlar?” dedi Tunç. “Hayır bu boyutta bir gün boyunca yürümemiz gerek. Sonra karşımıza başka bir geçit çıkacak. O geçitten geçeceğiz.” “Neden habire bir yerlerden geçiyoruz. İzimizi kaybettirmek için mi?” dedi Habil. Cem güldü: “Bence daha farklı şeyler de var. Eminimki bu olaylar Savunma, Saldırı, Tuzak kurmayla alakalı bir şey. Bana öğrettiğiniz bir bilgi. Hatta ilk öğrettiğiniz bilgi. Bana kalırsa KİT ekibini ilk toplayan kişiler Nur Şahbazları... KİT eğitimindeki temeller de Nur Şahbazları’ndan geliyor. Önümüze hayal bile edemediğimiz bir strateji eseri çıkabilir.” Dedi. “Spoiler vermeyi sevmem. Günün sonunda ne olduğunu görürsünüz. Bu sırada size daha sonra olacak olayları anlayabilmeniz için bir takım bilgiler vereceğim. Mesela bu boyuttaki zamanla dünyadaki zaman aynı değil. Gerçek dünyada 1 gün geçtiğinde burda 4 gün geçer...” “Yani gerçek dünyada savaş yapacak olsak ve iki tarafında hazırlanmak için 4 güne ihtiyacı olsa... Biz de bu boyuta gelip 4 günde hazırlansak gerçek dünyada 1 gün geçmiş olacak. Düşmanımızın 3 güne daha ihtiyacı olduğu bir zamanda biz hazır olmuş olacağız.” Dedi Cem. “Evet, ayrıca düşmanın sana galip geliyor diyelim. Elinde son teknoloji silahlar var. Sen de bu boyuta kaçtın. O da seni buraya kadar kovaladı... Sonuç ne olur?” “Beni öldürür heralde...” “Hayır, arkana bakmadan kaçman gerekir. Seni yakalayamazsa bir şey yapamaz. Aklında soru işaretleri beliriyor değil mi? Sana ipucu vereyim; kullandığı son teknoloji silahtan dolayı zarar veremez...” “Can sıkıcı mantık sorularına döndü. Bilgi vereceğim dedin ama ha bire soru soruyorsun.” Diye kızdı Cem. “Tamam tamam kızma hemen. Çünkü bu boyutta teknoloji işlemez. Silah, bomba patlamaz. Burada kılıç, ok, mızrak gibi eski usül aletlere ihtiyacın var.” Cem “Aman be!” diyip cebinden bir sigara çıkardı. Çakmağı yanmıyordu. “Çakmak da mı çalışmıyor?” “Dünyadaki yanıcı maddelerin çoğu burada yanmıyorlar.” “Tütün yanıyor ama değil mi?” “Bilmem... İlk defa birisi burda sigara içmeye çalıştı.” Dedi Arkadaki dev Akuralardan biri.
Sigarasını tekrar pakedine koydu. “Keşke yanımızda iblis olsaydı.” Diye söylendi. “O zaman onun bedeniyle sigaramı yakardım.”
Bir gün boyunca yürüdüler... Karşılarına küçük ahşap bir kulübe çıktı. “İşte geçit kapısı...” diyerek güldü Umut. “Nur Şahbazlarının sarayına girmek üzereyiz beyler.”

***********
Lüks bir restorant... Kapıda biri göründü... Bir ses duyuldu “Hoş geldiniz Haris Bey.”
Haris, kafasını sallayarak tebessüm etti. Restorantın mutfağına girdi. Alt kata indi. Burası bir kumarhaneydi.Çoğunlukla, Deccal’in (Haris’in) Aydınlanma örgütüne katılan insanların geldiği bir kumarhane... Kumarhane çalışanları iblislerden veya hanaklardan oluşuyordu. Her odada beş kişilik bir poker masası vardı. Masalardaki koltuklardan birinde Deccal’in konuğu otururdu. Diğer üçünde iblisler, kalan masadaysa soyulmak istenen bir zengin... Masadaki üç iblis konuğa yardım ederek oynarlardı... Burası Deccal’in aydınlanma örgütüne katılan insanları eğlendirme ve onlara para kazandırma mekanıydı. Deccal salonda oturuyordu. İçeri yanında iki korumasıyla bir genç adam girdi. Deccal onu karşılamak için ayağa kalktı. “Hoşgeldiniz.”
Genç gülümsedi... “Hoşbuldum, güzel mekan...”
Genç kendini tanıttı; “Bana ‘Kör Maymun’ diyebilirsiniz.” Genç Salondaki koltuklardan birine yöneldi. “İzin verirseniz oyun başlayana kadar şurada bir kaç içki içeceğim.” İblislerden birisi Deccal’e yanaştı ve fısıldayarak “Efendim, adamın yanındaki korumalar iblis.” Dedi. O sırada içeri bir genç daha girdi, yanında iki korumasıyla...
“Efendim, bu korumalar da öyle.” Diye fısıldadı iblis. Deccal, o genci de karşıladı. “Bana sağır maymun diyebilirsiniz... Şurdaki adamın (Kör maymunu göstererek) yanında bi duble atmak isterim.” Diyerek yanına gitti. “Şimdi sırada ne var acaba? Felçli maymun mu?” diye düşündü Deccal. O sırada içeri bir genç daha girdi. Tabi yanında iki iblis korumasıyla... “Merhaba Haris Bey, Ben Felçli maymun... Değilim tabi ki. Bana Bilmeyen maymun diyebilirsiniz.” Diyerek diğer ikisinin yanına oturdu. Deccal, adamlarından birini yanına çağırdı ve “Kumarhaneye girişi kapatın. Başka maymun istemiyorum. Güvenliği arttırın.” Dedi. Bu sırada üç poker odasında oyunlar başlamıştı. Her odada 3 iblis, bir konuk ve bir maymun vardı. Ama işler eskisi gibi değildi. Deccal’in konukları değil maymunlar kazanıyordu. Kör Maymun, küçümsenmeyecek bir servet kazandıktan sonra ayağa kalktı. “Bana müsaade beyler.”
Masadaki konuğun donduğunu farketti. İblisler ayağa kalkmışlardı. “Henüz bu masadan kalkamazsınız bayım.” Dedi biri. “Neden hile yapıp, beni kevin diye mi?”
Konuşan iblis, Kör Maymun’a bir yumruk atmak istedi. Maymunun korumalarından biri onu tek hamlede paramparça etti. “Se-sen de kimsin?” diye sordu başka bir iblis. “Ben, senin gibi yüzlercesinin, hatta hanakların bile öldüremediği bir iblisim.” Cevabını aldı. “Ahmar’ın tılsımı sana etki etmiyor mu?” “Ben bir Cinim, biliyorsun kafir cinlere ‘iblis ve ya Şeytan’ denir. Senin düdük babanın tılsımı bana dokunmaz.”
Odadaki diğer iblisler de öldü... Kör maymun, aslında özel yetenekleri olan bir insandı. Karşısındaki kişiye baktığı zaman onun gördüklerini görebiliyordu. Anılarını, Hatıralarını... Salona ilk geldiği zaman Haris’in Deccal olduğunu anlamıştı. Bu kumarhanede dönen oyunları da. İsmini gizleyip Üç Maymun daki ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum’ felsefesindeki Gözlerini kapatan maymuna uyarlayıp Kör Maymun diye tanıtmıştı kendini. Sonra içeri başka bir genç girmişti. O da karşıdakinin duyduklarını duyabiliyordu. O da Deccal’in yanına gidene kadar olayların farkına varmıştı. Aynı zamanda kendisini Kör Maymun olarak tanıtan gençle telepati kurabildiğini keşfetmişti. O da ismini gizleyip, Kör Maymun’un devamı olan Sağır Maymun’u söyledi. Yaptıkları sadece dalga geçmekti. Çok geçmeden Maymun Üçlemesinin üçüncüsü de gelmişti. Ve Herkes Poker odalarına geçmişlerdi. Kör Maymun’un odasındaki herkes ölünce, odadan dışarı çıktı. Karşısına iki Hanak çıktı. “Nereye pislik herif!”
Kör Maymun yanındakilere “Dokunmayın.” Dedi. Hanaklar kendisine doğru gelirken 3’ten geriye sayıyordu.
3...
2...
1 ve... Başka bir odanın çelik kapısı hanaklara doğru fırladı ve hanaklar param parça oldu. Kapısı fırlayan odadan Sağır Maymun çıktı. “İyi işti adamım. Benim adım Cenk.” Dedi Kör Maymun. “Ben de Bora.” Dedi öbürü.
Sonra üçüncü genç geldi. O da odasındaki herkesi katletmişti. “Mert.” Diye tanıttı kendini. Deccal neye uğradığını şaşırmıştı. Yanındaki Hanak ve İblislere saldırı emri verdi. Maymunların yanındaki cinler teker teker herkesi haklamışlardı. Üç Genç Deccal’e doğru yürümeye başladı. “Kaderlerimiz bizi bir gün birleştirecekti beyler.” Dedi Cenk. “Burası çok güzel bir başlangıç oldu.” Dedi Mert. Deccal korkudan titriyordu. Bora korumalarına döndü: “Ne yapacağınızı biliyorsunuz.” “Lütfen beni bırakın! Ne isterseniz veririm.”
Cinlerden biri Deccal’in gözlerinden birini çıkardı. “Kehanette tek gözlü olduğun geçiyordu Deccal. Bizim sayemizde gerçekten beklenen Deccal oldun.” Diyerek güldü Bora.
Deccal acıdan bayılmıştı. Korumalardan biri: “Efendim, yakında buraya daha üst rütbeli kişiler gelecektir. Eğer yakalanırsanız Şavlon ve ya Ahmar size türlü işkenceler edip sizleri kullanacaklardır.” Dedi. “Tüyelim o zaman.” Diyerek güldü Mert. “İsmin gibi mertmişsin” dedi Cenk. “Senin de pek cenk ettiğin söylenemez değil mi?” diyerek tekrar güldü Mert. Sonra birden ortadan kayboldular...

BÖLÜM 7 APOKRASIN PLANI
Apokras, Lithien ve Sekoyla buluşmuştu… “Şimdi COTA’nın ne olduğunu söyleyecek misiniz?” diye sordu. “COTA bir projedir” dedi Apokras. “Anladığım kadarıyla benimkine benzer özellikleri olan insanlar var ve sen de bu insanlardan bir ordu topluyorsun. Peki ya bu insanlar neden sana katılsın ki?” “Çok basit. Ölmemek için.” “Katılmayanları öldürmekle mi tehdit ediyorsun?” dedi Seko. “Kedilere sigara çaldırmana şaşırmadım, seni öldürmekle tehdit edip yanıma çekersem bana her an ihanet edebilirsin değil mi? Ayrıca benim yöntemim tamamen iradeyle alakalıdır. İraden benle olmadıktan sonra bana katılsan bile benim için tehdit olursun.” “Yani yalan söyleyerek…” diye güldü Seko. Lithien bıçağını çıkarıp sekoya doğrulttu: “COTA dediğimiz proje, bir bağımsızlık projesidir. Senin bağımsızlığın da yalnızca bize katılmana bağlı.” Dedi.
Apokras ve Lithien’in yüzünde maske olduğu için yüz ifadeleri görünmüyordu. “İblis her zaman yalan söyleyerek kandırmaz insanı. Bazen doğrularla da kandırabilirsin. Ya da sen sadece doğruları söylersin, o kendiliğinden kanar. Benim kandırma yöntemimse basit; Sus, soru sor ve doğruları söyle-ama bütün hepsini değil, sadece yanlış yönlendirecek kadarını-... Ne? Sen de kendini öyle kandırmıyor musun? Ya da medya seni? Her neyse seni kandırmaya çalışmıyorum. İster benimle gelirsin diğerlerine karşı dururuz. İster diğerlerine kanıp benim karşımda durursun. Ya da duramadan ölürsün. Şimdi kabul etmezsen seni öldürecek değilim. Git diğerlerini de dinle, Tüm konuşmalarında bir açık bulacaksın... Aklına artık hep şüphelendirici sorular gelecek... Ne de olsa benle tanıştın değil mi? Yani Apokras'la…” “Şu an seni dinliyorum. Anlattıkların kafama yatarsa sana katılırım.” Dedi Seko. “Buraya gelmeden önce Lithien’e bize katıldığını söylememiş miydin zaten? Şunu açıklığa kavuşturalım, bulunmaz bir nimet değilsin. Ama aynı zamanda kaybedilmemesi gereken bir yoldaşsın. Ben güçlü birisiyim ama benden daha güçlü ve kalabalık kişiler de var. Eğer onlardan birine katılacak olursan sana güzel muamele etmeyeceklerdir. Senin gibileri öldürmek isteyenler de yok değil. Ben de bir nevi senin gibiyim.” “Benim gibi misin?” “Sen de bir piyonsun ben de… Benim tasmam olduğu gibi senin de tasman mevcut.” “Ne tasması?” “Bu özellik sende neden var hiç düşündün mü?” “Aslında evet, ama ilahi bir hediye diye düşündüm.” “Ama aslında lanet. Kendinden biraz bahset ben de sana gerçeklerden bahsedeyim.” “Bende durup dururken kasılmalar meydana geliyordu. Mesela elim yumruk oluyor ve hiç açılmıyor bazen. Doktora gittiğimde bana tam anlamıyla iyileşeceğim bir tedavi veremedi. Sonra küçük voltajlarda elektrik üretebildiğimi fark ettim. Vücudumdaki kasılmalar da bu yüzden oluyordu. Sonra elektriği 50 metre çapımdaki istediğim yerde üretebildiğimi fark ettim. Ama ilk başlarda gıcık aldığım insanların canını yakmak için kullanıyordum. Sonra internette tanıştığım bir sağlıkçı ona bu özelliğimden bahsettiğimde bana sinir sisteminin elektriksel iletimle çalışmasından bahsetti. İstersem sinir sistemi olan her şeyin kontrolünü ele geçirebileceğimi öyle anladım.” “Dünya’da kıyametin kopması için uğraşan iki ırk var. İblisler ve Hanaklar. Hanaklar dumandan yaratılanlar. Neyse üzerinde durmayacağım. Ve bunları engellemekle görevli de bir ırk var Akuralar, onlar da sudan yaratıldılar. Ama mesele bu da değil. İnsanlar kendi aralarında örgütleşip mühürleri korumaya başladılar. Bu insanlara Nur Şahbazları deniyor… Hiçbir zaman nerede olduklarını bulamadılar. Şahbazların her birinin farklı özellikleri vardı. Bunlardan birinin adı Şaman… Şaman, Şahbazlara ihanet etti ve neredeyse Şahbazların sonu geliyordu.” “Sen de kıyameti getirmeye çalışanlardan biri misin?” “Dürüst olmam gerekirse umurumda bile değil. Konuyu dağıtma, çünkü daha sorunun cevabını almadın. Şaman, bazı çalışmalarının sonunda doğaüstü güçleri olan bir ordu kurdu. İnsanlara farklı özellikler verdi. Ordusundaki askerlere ise ‘Devrediciler’ dedi. Sonra Şahbazlara ihanet etti. Tabi kaybetti. Kaybedince de ordusu dünyanın çeşitli yerlerine dağıldı. Devredicilere neden o ismi verdiğiyse sonra anlaşıldı. Bir devredici öldüğü zaman güçleri o anda dünyaya gelen bir bebeğe geçiyordu. Sen de o bebeklerden birisin. Ve sen de bir Devredicisin. Devrediciler bu kıyamet oyununda ya saklanırlar ya da kullanılıp ölürler. Ben kendim de bir tutsağım… İblislerin kralı, diğer iblisleri olduğu gibi beni de bir tılsımla kendisine bağladı. Sen de başka bir kapıya gidersen başına gelecekleri düşün.” “S.kerler.” diyerek güldü Seko. “Gördüğün gibi COTA özgürlük ve dostluk temelli bir oluşum. Eğer itirazın yoksa şimdi görev paylaşımını yapacağım. Örgütümüz şu anda üç kişilik…” “İstesek batak bile oynayamayız.” Dedi Seko gülerek. “Dördüncüyü almaya ben gideceğim. Ama önceliğimiz Benim ve Lithien’in özgür kalması olacak.” Lithien, Apokras’a döndü: “Tılsımı mı çalacağız?” diye sordu. “Planı sana anlatmam tehlikeli Lithien. Ahmar her an senden rapor isteyebilir. Bu yüzden bu görevde sadece Seko’ya itaat etmeni istiyorum .” “Ama planı ben de bilmiyorum ki.” Dedi Seko. Apokras, Seko’ya bir kağıt uzattı: “Sen de bu kağıttakileri yapacaksın sırasıyla.” Dedi ve ekledi: “Ben de Batak için dördüncü oyuncuyu alacağım.”
Deccal’in ofisi…
Deccal’in tek gözünde bandaj var. İçerde Deccal’e korumalık eden bir iblis ve bir Hanak var. Kapı çaldı, içeri girenler Lithien ve Seko’ydu. “Siz dışarı çıkın.” Dedi Deccal. Korumalar dışarı çıktı. “Sen de dışarı çık.” Dedi Seko Lithien’e. Seko söze girdi: “Ben Asvat’ın tarafını tutan bir devrediciyim. Şavlon ve Ahmar’ın birleşmesini istememiz ikimizin de ortak noktası. Ama bunun hiçbir zaman olmayacağını ikimiz de biliyoruz.” Deccal’in gözleri dehşetle bakıyordu. “Sana, çok güzel bir akıl vermek için geldim. Şu kıyamet meselesinde gördüğün gibi senden daha güçlü bir role sahibim. Senin emrinde olduğu gibi benim de emrimde Hanak ve İblisler var. Benim varlığımdan sana bahsetmemiş olmaları iki taraftan da değer görmediğinin işareti. Seni sadece kullanıyorlar. Hatta Apokras, Ahmar’a ne önerdi biliyor musun? Seni Şavlon’a karşı kullanmak için tamamen sana bağlı iblisler tahsis edecekler. Sen de Ahmar’ın sana güvendiğini sanacaksın. Ama tek amaçları seni Şavlon’a karşı kullanmak olacak.” Seko, Deccal’e bakarak sırıtmaya başladı. Deccal’in gözleri korkuyla Seko’ya bakıyordu. “İki taraf da bana, senden daha fazla güveniyor. Şavlon’a gidip bu plandan bahsetmemi hiç birimiz istemeyiz. Ayrıca sen ihanet etmemiş olsan bile Şavlon emrindeki tamamen sana bağlı iblisleri öğrenince küplere binecektir. Senin ona ihanet ettiğini sanacak ve öleceksin. Benim senle bir alıp veremediğim yok. O yüzden böyle bir şey yapmam. Eğer planıma uyacak olursan. Uyacaksan planımı açıklayacağım. Gözlerini kapatıp açman yeterli.” Deccal kabul ettiğini belirtmek için gözlerini kapatıp açtı. “Ahmar sana o iblisleri tahsis ettiğinde. Ahmar’daki tılsımı o iblislere çaldırtacaksın. Ve benim gelmemi bekleyeceksin. Sonra beraber Şavlon’a gidip tılsımı vereceğiz. Böylece seni kullanmak isteyen Ahmar’dan intikam almış olacaksın. Hem de iblis ordusu Şavlon’un emrine geçecek. Böylelikle beklediğimiz iki ordunun birleşmesi olayı gerçekleşecek. Sen Şavlon’un vazgeçilmez bir müttefiki olacaksın. Bu plan gerçekleşene kadar benden kimseye bahsetme. Seni uyarıyorum, öldürürüm…” Dedi ve dışarı çıktı. (Kağıtta yazanlar: Deccal’in ağzı Seko’nun gücüyle kontrol edilip korumalar dışarı çıkartılacak. Deccal’in ağzı Seko’nun gücü kullanılarak susturulacak. Böylece Lithien’e veya başkalarına emir veremeyecek, kimseden yardım isteyemeyecek. Gözleri hariç tüm vücut hareketleri bloke edilecek. Lithien dışarı gönderilecek ve aşağıda yazılanlar okunacak.Aşağıda Seko’nun söyledikleri yazıyordu.)
Bir lise…
11 Fen/A şubesi…
Ders Tarih… Sınıf çok gürültülü bir şekilde öğretmenlerinin içeri girmesini bekliyor. En arka sırada uyuşuk bir tip var. Adı Volkan… Sınıftaki hiç kimse onu sevmiyor. Derslerde uyuyan ve hiç arkadaşı olmayan birisi. Buna rağmen sınavlardan yüksek notlar alıyor. Diğer arkadaşları da bu durumu kıskandıkları için ondan nefret ediyorlardı. O da bunun farkında olduğu için kimseyle takılmıyordu. Öğretmen içeri girdi. Herkes ayağa kalktı. “Oturun.”
Oturdular. Huysuz bir öğretmendi. Volkan’dan nefret edenlerden birisi de oydu. Direkt ders anlatmaya başladı. Sınıfta kasvetli bir sessizlik vardı. Öğretmen sınıfa göz gezdirdiğinde Volkan’ın arka sırada uyuduğunu gördü. Elindeki tebeşiri Volkan’ın kafasına fırlattı. Volkan, ani bir şekilde kafasını kaldırdı. Atılan tebeşirden dolayı korkmuştu ve uyanmıştı. Yeni uyandığı için gözleri kan toplamıştı. “Tahtaya gel! Sözlü yapacağım!” dedi Öğretmen.
Volkan yavaşça tahtaya doğru yürüdü. Arkadaşlarının yüzünde sinsi bir gülümseme belirmişti. “Kurtuluş mücadelesi ne zaman başladı?”
Volkan bu soruya cevap vermedi. “Otto Devletinin yıkılmasının sebepleri nelerdir?”
Volkan hala susuyordu. Öğretmen not defterinin sözlü notuna ayrılmış bölmelerinden birine sıfır yazdı. Sonra Volkan’a bakarak güldü: “Not defteri ne güzel bir şey değil mi Volkan?” “Devletin verdiği not defterini silah olarak kullanmanız utanç verici.” Dedi Volkan sinirli bir şekilde. “Not defterini değil, kalemimi silah olarak kullanıyorum. Ne de olsa kalem kılıçtan keskindir değil mi?” diyerek güldü Öğretmen. Sınıf da öğretmenle birlikte gülüyordu. Volkan Otto tarihinin en başından başlayarak seri bir şekilde anlatmaya başladı. “Sus!”
Volkan devam ediyordu. “Sus diyorum! Yoksa ikinci sözlü notun geliyor!”
Volkan devam… “Sen kaşındın!” İkinci bir sıfır daha yazıldı not defterine Volkan’ın. Ama bu sefer kimse gülmüyordu. Öğretmen bile… Herkesin önündeki kalemler, sivri uçları gözlerine gelecek şekilde havada asılı duruyordu. Sınıf tekrar kasvetli bir sessizliğe büründü. Sessizlik Volkan’ın sesiyle kesildi. “Evet, Kalem kılıçtan keskindir.” Diye sırıttı. Öğretmene döndü: “Her atasözünün bir hikayesi oluyor değil mi hocam?”
Sonra sınıf arkadaşlarına döndü: “Ne? Bu atasözünün hikayesini bilen yok mu? Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bilmiyorum. İzin verirseniz kendime bir hikaye oluşturacağım.” Herkesin önündeki kalemler gözlerini delerek kafalarına girdi. Herkes ölmüştü. Sonra bir alkış sesi duyuldu. Volkan arkasını döndüğünde karşısında Apokras vardı. “Merhaba benim adım Apokras, eğer benle gelmezsen seni hapse atacaklar. Kabul etmezsen öldürecekler. Hapse girdiğindeyse seni ele geçirmek isteyen başka güçler olacak. Ne yazık ki onlarla olduğunda da hikayenin sonu ölümle bitiyor.” “Calamum…” “Calamum ne?” diye sordu Apokras. “Latince de kalem demek. Benim sanal alemde kullandığım isim. Adım Volkan… Seninle gelirim ama kafandaki maskeden isterim. Üzerinde A yazıyor Apokras’ın A’sı galiba. Ben de üzerinde C yazan istiyorum.” Diyerek güldü Volkan. “Ne diyebilirim ki pazarlığı sıkı yapıyorsun Calamum. Başka şeyler isteseydin de kabul edebilirdim.” Diyerek güldü Apokras. “Fazla bir şey isteyen biri değilim.” Diyerek güldü Volkan. “Hadi gidelim o zaman Calamum.” BÖLÜM 8 NUR ŞAHBAZLARI Cem, Habil, Kabil ve Tunç; Nur Şahbazları’nın kalesindeydiler…
Sekiz köşeli bir saray…
Her kenarı yaklaşık 250 metreydi…
Her kenarda 50 metre genişliğinde kapılar bulunuyordu. Her kapıdan farklı kişiler girip çıkıyorlardı. Ticaret kervanları bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkıyorlardı. Binanın merkezindeyse yukarı katlara çıkan sarmal merdivenler mevcuttu. Bakınca sarayın yüksekliği hesaplanamıyordu. “Burası nasıl bir yer lan böyle?” diye sordu Kabil. “Burası bulunduğumuz diyârın şartlarına göre yapılmış bir merkez. Ülkesi olan 7 insan ırkının merkez binası. Her ırkın kendi şehri var ve bu şehirler birbirlerine çok uzaklar. Bu yüzden ışınlanma geçidi kullanılıyor. Her kapı bir şehre açılır. 8. kapı da bizim geldiğimiz yere.” Dedi Umut. “Önümüzdeki çeşitli görüntüdeki insanlara bakarsak, fantastik bir filmin içine düştük gibi görünüyor beyler.” Dedi Cem. “Sizi bilmem ama benim hoşuma gitti. Orta çağdaki gibi giyiniyorlar, ben orta çağı hep sevmişimdir.” Diye güldü Tunç.
Bu sırada sarmal merdivenlerden genç bir kız göründü. 25 yaşlarında gibi görünüyordu. Siyah düz uzun saçlı, kara gözlü güzel görünümlü bir kız. Üzerinde füme rengi bol bir cübbe vardı. KİT ekibinin önünde durdu. “Beni takip edin.” Dedi ve tekrar merdivenlere doğru yürümeye başladı. Cem’in kıza dibi düşmüştü. Diğerleri de şaşkınlıkla yürümeye başladılar. Umut ve beraberindeki Akuralar geldikleri kapıdan çıkıp gittiler. Merdivenleri aheste aheste çıkıyorlardı. Kızın soğuk tavrından dolayı Kit ekibi biraz ürkmüştü. Habil cesaretini toplayıp bir muhabbet açmak istedi: “E şey…” “Tek cümle kurarsan seni pişman ederim. Görevim sizi karşılayıp Şahbazların karşısına çıkarmak. Ben büyük görevlerin insanıyım. Sizin gibi bakterilerle uğraşmam zaman kaybı. Her ne kadar buradaki zaman gerçek dünyadan daha yavaş aksa da…”
Kabil sinirlenmişti: “O zaman kes sesini de soruma cevap ver. Dediğin gibi görevin bizi şahbazların karşısına çıkarmak. Ama bir görevden daha bahsettin bizi karşılamaktan. Karşılamak surat asıp tehdit etmek demek mi?” “Beni can evimden vurdun bakteri… Sor sorunu.” “Önce kendini tanıt.” Dedi Cem. “Başka bir konuşan bakteri daha… Adım Lylia.” “Buradaki ırklardan bahset.” Dedi Kabil. “Şahbazların her biri farklı bir özelliğe sahiptir. Irkları da öyle. Her ırk boynunda kendi simgesini taşır.
Mesela Sientum, O şahbazların lideridir ve bilgedir. Irkı da öyle. Irkının adı Lumitus. Şehri’nin adı Bibliotecha. Bayraklarındaki ve boyunlarındaki simge tahmin edilebileceği gibi kitap. Sonrasında Glastor geliyor. Spatir’lerin lideri. Kılıçta ustalaşmış bir ırk. Ortalıkta şövalye gibi gezmeye bayılırlar. Simgeleri çarpışan iki kılıç… Şehirleriyse Hanjar. Şahratar, kendisi Rutor’ların lideri. Rutorian şehrinde yaşıyorlar. Dev insanların ırkı. İlkel silahları seviyorlar. Sopa, topuz, iki ucunda gülle bağlı halatlar filan. Simgeleri dikenli bir sopa.
Telum, kendisi Sehema’ların lideri. Okçu ırk. Şehirleri Venneşeb ve simgeleri de içinde ok olan bir yay. Harzemşah, kendisi Harzem’lerin lideri. İstihbarattan sorumlu ırk. Şehirleri Arkanyan. Aynı zamanda suikast ustasıdırlar. Simgeleriyse kalem. Venemed, kendisi Zirium’ların lideri. Tababet ve Zehir işiyle uğraşıyorlar. Şehirleri Tokria, amblemleri Akrebin kıskaçlarına aldığı bir yılan. Mortem, Anufet’lerin başı. Önceki saydığım ırklardan herhangi biri ölürse Anufetlerin şehrinden tekrar doğar. Simsiyah bir cübbeyle tabi, genelde tehlikeli bir ırktır. Şehirlerinde dolaşmanızı tavsiye etmem. Onlar başka şehirlere pek gitmezler. Kimseyi de şehirlerinde istemezler. Sadece savaş zamanında uyum sağlarlar. Şehirlerinin adı Kabar. Simgeleriyse Güvercin.” “Sen hangi ırktansın?” diye sordu Tunç. “Ben hem Lumitus hem Sehema hem de Harzem’im… Boynumda üç ırkın da işareti var. Arada benim gibi insanlar çıkar. Ama çok nadirdir.” Merdivenlerden biraz daha çıktıktan sonra tahta bir kapının önünde durdular. Lylia “içeri girin.” Dedi. Kapıyı vurup içeri girdiler. Karşılarında bir masa ve yan yana oturan 7 kişi vardı. Tunç arkadaşlarına bakıp “Kendimi lisede disiplin kurulunun karşısına çıkan lise öğrencisi gibi hissettim.” Dedi. “Hoş geldiniz.” Dedi ortada oturan şahbaz. Kafasında beyaz bir sarık vardı. Cübbesiyse rengarenkti. Sientum’du bu. Şahbazların lideri. Sağ tarafına doğru gittikçe sırasıyla Glastor, Venemed ve Mortem vardı. Sol tarafına doğru gittikçeyse Telum, Harzemşah ve Şahratar… “Hoş bulduk.” Dedi Kit ekibinin lideri olarak Habil. “Evrenin bu kısmında yaşayabilecek misiniz?” diye sordu Sientum. “Siz bizi yaşatabilecek misiniz?” dedi Tunç. “Burada tehlikede olduğunuzu filan sanmayın. Sientum, fiziklerinize bakarak konuştu. Buradan göründüğü kadarıyla siz ne spatirler gibi kılıç sallayabilirsiniz ne de rutorlar gibi sopa. Sehemalar gibi ok da kullanamazsınız.” Dedi Glastor küçümseyen gözleriyle. “Bunlardan istihbaratçı olacağını da sanmıyorum. Herkes tanıyor bunları. Zirium ve ya Lumitus olmak içinse fazla aptallar.” Dedi Harzemşah. “Beyler biz dışarı çıkmadık. Hala buradayız ve söylediklerinizi duyuyoruz belki de daha kısık sesle konuşmak istersiniz.” Dedi Kabil. Çatallı, kalın bir ses duyuldu: “Belki de bunlar Anufet olmalılar.” Dedi Mortem.
Kabil susmuştu. Biraz da korkmuştu.
Tunç sinirlenmişti.
Habil arkadaşları için endişeleniyordu.
Cem’se tüm bu olaylardan sıkılmıştı: “Tamam, güzel… Hepiniz kendi reklamlarınızı yaptınız. Anladığım kadarıyla bizler sizlerden birini seçeceğiz ve ya tam tersi. Kendi reklamlarınızı yaptığınıza göre biz sizi seçeceğiz. Bu yaptığınız şeyin bir amacı olduğunu düşünüyorum. Yoksa sebepsiz yere saçmalamış olurdunuz ve benim aklımdaki şahbazların karizması çizilirdi. Hem liderinizin yanında böyle ortaya atlayıp konuşmanız doğru olmaz değil mi? Eğer az önceki yaptıklarınız rol değilse üzgünüm ama ben hiç birinizi seçecek değilim.” Dedi. “Az önce gördüğün şeylerin bir sebebi var Cem. Buraya biz Kader odası deriz. Yarın neden dediğimizi öğreneceksiniz. Az buçuk neler olduğunu tahmin etmişsindir. Arkadaşlarını da bilgilendireceğini umuyorum. Şimdi dinlenmeye çekilin. Yarına kadar serbestsiniz. Önerim uyuyup dinlenmenizdir. Bundan sonraki hayatınızda çok arayacağınız bir şey çünkü.” Dedi Sientum. Sonra içeri Lylia girdi ve KİT ekibini az önceki gibi peşine takıp gitti. “Efendim, sanki biraz umutsuz vakalar.” Dedi Glastor. “Dünyadaki hareketleri ilgimizi çekmişti. Dünyadaki hareketiyle ilgimizi çeken insanlar, madalyonun bu tarafında hep bizi şaşırtacak işlere imza atmışlardır.” Dedi Harzem. “Benim öldürme tehdidime karşı verdikleri tepki bile yeter bence. Gerçi Habil ve Kabil biraz korktular gibi geldi ama…” dedi Mortem. “Sadece biraz eğitimsizler.” Dedi Sientum. “O işi yerleştirmeden sonra bana bırakın efendim.” Dedi Venemed.

Lylia ise KİT ekibinden her birini güzel bir odaya yerleştirmişti.

******** Apokras ve Calamum bir evin içindeler. Soğuk, rutubetli bir ev, uzunca bir koridoru var. Apokras ve Calamum da koridorun başındalar. Apokras, Calamum’a söz verdiği maskeyi vermiş. Ve Calamum kemerinin etrafına küçük keseler bağlamış. Keselerin içi çivi dolu. Saldıracağı zaman o keselerden birini açıp düşmana karşı kullanmayı planlıyor. “Buraya neden geldik?” diye sordu Calamum. “Diğer takım arkadaşımızı kazanmaya.” Dedi Apokras. “Kazanmaya mı?” “Devrediciler genelde güçlerini kendi amaçları için kullanırlar. İstekleri, şehvetleri, para hırsları, kinleri filan. Bu yüzden yakayı çabuk ele verirler ve ölürler. Bizim amacımızsa onları kazanıp birlik olmak.” Karşılarında biri belirdi. “Siz kimsiniz?” dedi ve anında Calamum’un yanında belirdi, bir yumruk attı. “Kazanmaktan kastın öldürmeden yenmeye benziyor patron.” Dedi Calamum. Bu sırada Apokras geriye sıçramıştı. “Neden yardım etmiyorsun?” diye sordu Calamum. “Nasıl dövüşeceğini görmek istiyorum.” Dedi Apokras. Calamum keselerden birini çıkarıp havaya attı. Çiviler etrafa dağılmıştı. Gücüyle onları kontrol edip karşısındaki adama doğru fırlattı. “Bir sonraki sefere öldürmem patron.” Dedi.
Ama çiviler adamın içinden geçip gitmişti. Calamum’sa adamın savurduğu yumruklardan kaçamıyordu. Calamum’un yumruklarıysa adamın içinden geçip gidiyordu. “Na-Nasıl?” “Hala anlamadın değil mi? Ben bir ruhum.” Diyerek güldü adam.
Calamum’un yüzünü sinsi bir gülümseme kaplamıştı. “Hey sevimli hayalet kespır, alnın kanıyor.” Dedi.
Ruh, alnına baktı. Alnı kanıyordu. “Nasıl oldu bu? Çivi ve yumrukların bana zarar verememesi gerekiyordu.” “Çivi ve yumruklarım sana zarar veremez, evet. Ama bedenine zarar verebilir. Senin bir ruh olduğunu daha önceden anlamıştım zaten. Sana attığım çivilerden biri şu anda bedenine ulaştı. Alnına ufak bir çizik attı. Eğer teslim olmazsan kafandan içeri girecek ve ruhunun tekrar içine gireceği bir bedenin kalmayacak. Kılıç sende olabilir ama kalem bende. Ve kalem kılıçtan üstündür.” Ruh birden ortadan kayboldu, az sonra aynı adam bedenine girmiş bir şekilde koridora geldi. “Neden geldiniz?” “Seni aramıza almaya. Gördüğün gibi tek başına yenileceğin ispatlandı.” Dedi Apokras. “Benim adım Uğur. Astral seyahatle uğraşıyorum. Bu konuna artık uzmanlaştım. Bildiğiniz gibi astral seyahat yapanların ruhları diğer insanlar tarafından görünmez, diğer insanlara dokunamazlar. Ben bu alanlarda uzmanlaştım. İnsanlara istediğim zaman dokunuyorum istediğim zaman içlerinden geçiyorum. Gerçek bedenimin yerini bulmadıkları sürece astral bedenime zarar veremezler.” “Kulübe hoş geldin Astra. Maske de veriyoruz.” Diyerek güldü Calamum. “Astra mı? Güzel isim. Maske de güzel görünüyor. Umarım kulübünüz de öyledir.”
BÖLÜM 9 KADER KÜRESİ KİT ekibine şabazların sarayının Bilbiliotecha şehrine bakan kısmında bir oda ayarlanmıştı. Balkona çıktıkları zaman Şehir tüm güzelliğiyle ayaklarının altına seriliyordu. Ottoların mimarisiyle yapılmış evler. Çok büyük bir kütüphane, Koşuşturan çocuklar ve ucu bucağı görünmeyen bir Orman. "Oğlum şu güzelliğe bakın lan." diyerek bağırıyordu Tunç. "Yaşamları şehirleri kadar güzel değil bence. Bu insanlar dünyadaki her hangi bir ülke gibi bir yerde yaşamıyorlar. Amaçları lider olmak değil. İnsanları görmedikleri hatta düşman oldukları halde onlara uydukları düşmanlardan korumaya çalışıyorlar. Sadece iblisler de değil bir de Hanaklar çıktı başımıza. Sonra Akuralar bilmem neler. Eğer bunlar binlerce yıl kendilerini saklayabilmişlerse düşman hiç de küçük değildir. Şahbazlar kuvvetli gibi duruyor ama alem içinde alemler. Buraya gelene kadar kaç geçitten geçtik. Eğer burası birileri tarafından bulunursa şu gördüğümüz koşuşturan çocukların hepsi ölecektir. Çok büyük bir sorumluluk." dedi Habil. "Buradaki ırklar da anlaşamıyor gibi geldi bana."dedi Kabil. "Şu kılıç kullananlar neydi?" "Spatirler mi?" dedi Cem. "Hah işte onlar biraz atarlı duruyor. Kendilerini beğenmişler, başları öyleyse ırkı nasıldır Allah bilir." dedi Kabil. "Bi de onların ırkına geçiyormuşsun. Ne gülerim ama." diyerek sırıttı Tunç.
Akşama kadar odanın balkonunda çay içip muhabbet ettiler. Akşam olunca da sabah erken kalkabilmek için erkenden uyudular.
Sabah bir şangırtıyla yataklarından fırladılar. Gürültünün sahibi Lylia'ydı. Uyandırma yöntemi gürültü çıkarmak gibi duruyordu. "S.kacam ama bu işe!" diye sinirlendi Kabil. "Ne o bakteri? Sinirlendin mi? Saldırgan bir yapın var gibi tıpkı bir Spatir gibisin." "Bana Spatir diyip durmayın!" "Kalkın da beni takip edin." Diyip çıktı odadan. "Yine aldı başını gidiyor. Çabuk olun da yetişelim şuna." diyerek zıpladı Cem.
Apar topar kızın peşine takıldılar. Yolun sonuna vardıklarında dünkü kader odasının önündeydiler. "İçeri girin." diyip gitti Lylia. "Olum Cem anlamadım sanma. Sen bu karıya abayı yaktın ama bunla evlenirsen erken ölürsün bak." dedi Kabil gülerek. Sonra içeri girdiler.
Şahbazlar dünkü dizilimin aynısıyla masanın başındaydılar. Okçu ırkın,Sehemaların, lideri Telum "Lukrin!" diye bağırdı. İçeri dazlak bir adam girdi. Sırtında ok ve yay vardı. "Evet efendim!" "Kader küresini getir." dedi Sientum "Emredersiniz!"
Lukrin kapıdan çıktı ve elinde cam bir küreyle içeri girdi. Sientum'a verdi. Sientum küreyi havaya kaldırdı ve KİT ekibine baktı: "Dün seçimi kendinizin yapacağını sanıyordunuz. Bu küre sizin burdaki yerinizi belirleyecek. Ritüel bittiğinde boynunuzda içimizden birinin sembolü çıkmazsa korkarım ki o kişiyi öldürmek zorunda kalacağız. Çünkü yerimizi artık biliyorsunuz ve her hangi birimize dahil olmadan burada yaşayamazsınız. Düşmanlarımızdan bazıları akıl okuyabildiği için bizim aleyhimize kullanılabilirsiniz."
KİT ekibi yutkunarak birbirlerine bakıyordu. "Ekibin lideri Habil! Beş adım ileri çık." dedi Mortem. Habil bu ölü ırkın liderinden ürküyordu. Beş adım ileri çıktı. Sientum küreyi bıraktı. Küre havada süzülerek Habil'in önünde durdu. Etrafında yavaşça dönmeye başladı. Hızlandı... Küre yeşil bir ışık saçıyordu. Işığın şiddeti o kadar arttı ki herkes ellerini gözlerine siper etmişti. Işık söndü,küre durdu.
Küre durduğunda Habil'in kasları gelişmişti. Kendini çok enerjik hissediyordu. Gözleri daha da keskinleşmişti. Parmakları ve elleri hiç olmadığı kadar güçlüydü. Boynunda içinde ok olan bir yay sembolü çıkmıştı. "Sen artık bir Sehema'sın Habil." dedi Telum. "Aramıza hoşgeldin." "Sonraki kıdemli KİT üyesi Kabil! Beş adım öne çık!" Dedi Mortem. Kabil de Habil gibi öne çıktı. Küre etrafında dönüp ışıldamaya başladı. Kırmızı bir ışık... Küre Habil'de olduğu gibi hızlanıp milletin gözünü kamaştırdı.
Küre durduğunda Kabil'in de kasları gelişmişti. Omuzlar genişledi, kol kasları ve bilek kasları. Boynundaki işaretse çarpışan iki kılıçtı. "Sen de Saptir'sin. Orduma hoş geldin delikanlı." dedi Glastor.
Kabil'in Spatir olduğunu duyunca KİT ekibi hönkürerek gülmeye başladı. Bu ırka karşı iyi hisler beslemiyordu Kabil. "Hiç sembol çıkmamasından iyidir." diye düşündü. "Şimdi de Tunç! Öne çık!"
Küre Tunç'un da ırkına karar vermişti. O artık bir Rutor'du. Devlerin ırkı olmasına rağmen küre onu bir deve çevirmemişti. Sadece kasları gelişti. Bir de kurt gibi açtı. "Bu çocuk Rutor olmak için biraz kısa değil mi?" diyerek itiraz etti Şahratar. "Ufak mufak idare edecen dayı artık." diyerek güldü Tunç. "Rutorlar zaten otoriteye pek saygılı olmayan insanlar. Görünüşü değil ama ruhu Rutor." dedi Glastor. "Cem sıra sende." dedi Mortem.
Cem'in sırası geldiğinde küre etrafında dönmeye başladı. Beyaz göz kamaştırıcı bir ışık. Çıldırmış gibi dönen bir küre. Küre durduğunda Cem'in fiziği değişmişti ama boynunda bir işaret yoktu. Herkes şaşkındı. "Telef olan bir insan daha." dedi Mortem ürkünç sesiyle.
Sonra bir şaşkınlık daha. Cem'in boynunda yedi işaret de birden çıkmıştı. Şahbazlar ayağa kalkmışlardı. "Bu... Bu imkansız." dedi Venemed. "Ben güvenliği arttırmak için izin istiyorum efendim!" dedi Glastor. "Verildi." dedi Sientum. "Bu çocuk Hanakların beklediği çocuk. Öldürelim!" dedi Mortem. "Ama hanakların safında değil. Ona dokunacak olan burdan sürülmeye hazır olsun. Bu çocuk bizim de beklediğimiz çocuk." dedi Sientum. "Efendim, gizli oturum talep ediyorum." dedi Harzemşah.
Sientum KİT'e baktı ve "Siz gidebilirsiniz." dedi.
Venemed de onları eğitmek için odadan dışarı çıktı *****
Deccal ofisinde otururken kapı çaldı ve içeri yüksek rütbeli bir iblis girdi. "Ayağa kalk! Efendi Ahmar geliyor. Seninle konuşacak."
Deccal apar topar aya kalktı ve saygı pozisyonuna geçti. Biraz sonra içeri Ahmar girdi. Yavaşça Deccal'in koltuğuna yürüdü ve oturdu. "Sevgili dostum Haris. Duydum ki üç maymundan birileri gözünü çıkarmış. Seni ziyarete geldim." "Teşekkür ederim." "Sana bir hediyeyle geldim. Tamamen sana bağlı olan iblisler... Sana güvenimin göstergesi olarak." "Teşekkür ederim." "Şavlon'la aramızı bulma meselesini ne yaptın?" "Madem bana artık tam anlamıyla güveniyorsun. Sana Şavlon'un bir sırrını verebilirim. Şavlon su ırkından bir zindan haritası ele geçirdi. Ama ne yazık ki Akura dilinde. Ve o dili bilen tek karanlık saftaki sizsiniz." "Ona zindanın haritasının tercümanlığını mı teklif edeyim?" "İkiniz dost olacaksa değmez mi? Hem siz ona öyle bir bilgiyi verirseniz bir adım atmış olursunuz. Aynı zamanda da ona güvendiğiniz mesajı vermiş olursunuz." "Mantıklı. Karşılıklı güven her zaman işe yarar. Sen Şavlon'la bir görüşme ayarla." diyip ortadan kayboldu.
Deccal'in planı; Ahmar, Şavlon'la görüşmeye gittiği zaman Ahmar'ın kalesinden tılsımı çalmaktı.
Ahmar'ın planı; Şavlon'un haritasına bakıp yeri Şavlon'dan önce bulmaktı.
Peki ya Apokras?
Apokras bankanın önünde duran birini izliyordu. 24 yaşlarında bir genç. Tıp öğrencisi... Bankanın müdürü dışarı çıktı ve gence bir çuval para verdi. Çocuk taksiye bindi. Apokras taksiyi takip etti. Çocuk taksiden indiğinde taksiye para vermemişti. Harabe bir yere gelmişlerdi.
Apokras birden gencin karşısına dikildi. "Merhaba Cem." "Sen de kimsin?" dedi Cem "Neden işe yaramıyor." diye düşündü. "Ben Apokras. Senin yeteneklerini biliyorum. Ama korkarım ki ben de işe yaramaz. İlmini kullanarak aklımı da okuyamazsın." "Evet farkettim. Zaten görünüşünde de pek ip ucu yok." "Birilerini hipnoz ederek para çalmak. Beleş taksiye binmek. Senin gibi insanlar neden böyle şeylerle uğraşır ki." "Dikkat çekersem öleceğimi biliyorum." "Çok zekisin. Sen tıp okusana." diyerek dalga geçti Apokras. "Buraya dalga geçmeye gelmediğini düşünüyorum." "Seni ekibime almak için geldim. Tabi kabul edersen." "Nasıl bir ekip?" "Güçlerini birleştirip özgürleşenlerin ekibi." "Örgüt yani. İsmi ne?" "COTA" "Üyelik parası filan istemiyorsanız gelirim." dedi Cem gülerek. "İlk ay ücretsiz."
BÖLÜM 10 EĞİTİMLER Cem'in boynunda Şahbazların yedi simgesi de çıktıktan sonra. Glastor, Şahratar ve Telum, askerlerini olası bir Hanak saldırısına karşı hep tetikte tutuyorlardı. KİT ekibi şimdi Tokria şehrindeki bir binanın içindeydiler. Yanlarında zehirle uğraşan ırk olan Ziriumların lideri Venemed ve bilgelikte nam salmış Lumitusların lideri ve aynı zamanda Şahbazların da başı olan Sientum vardı. "Eğitilmek için biraz fazla yaşlısınız gençler." dedi Sientum.
Venemed, ekiptekilerin eline içinde gri bir sıvı bulunan bir iksir şişesi verdi. "Zehirle uğraştığımız doğru. Ama biliyorsunuz ki her ilaç düşük dozlu bir zehirdir. Size verdiğim şeylerse ne bir ilaç ne de bir zehir. Biz aynı zaman da şahbazların iksir, büyü ve deney işlerini de yaparız." dedi Venemed. Cem Venemed'e baktı: "Biliyorum. Dün kader küresi şeysinden sonra. Bibliotecha şehrine gittim ve ordaki bir kütüphanede araştırma yaptım. Şahbazlar eskiden sekiz kişilermiş. Bunlardan biri de Şaman adında bir adam. Büyü, İksir ve Deney işleriyle o ilgileniyormuş. Yaptığı deneylerin sonunda insanlara değişik özellikler verebilmeyi başarmış. Kader küresi de onun icadı. Eskiden Rutorlar bu kadar büyük değillermiş mesela. O size ihanet edince onu tasfiye etmişsiniz ve işlerini de Ziriumlara vermişsiniz."
Diğer ekip arkadaşları Cem'e şaşkınlıkla bakıyorlardı. Bu sırada içeri iki kişi daha girdi. Bunlardan biri Lylia'ydı diğeriyse Norak adında bir Rutor. Venemed onların eline de diğerlerine verdiği iksir şişelerinden verdi. "Aynı anda kafanıza dikin. Üç! İki! Bir! Şimdi!"
Ekip ve Yanlarındaki İki komutan kendilerini bir anda düzlük bir çayırda buldular. "Burası da neresi?" diye sordu Habil. "Eğitim alanı. Burda eğitim göreceksiniz. Tehlikeli bir yerdir buraya ölüm vadisi deriz. Gördüğünüz yaratıklar gerçek olacak. Hayatınız tehlikeye girdiği zaman biz devreye gireceğiz." dedi Norak. "O iksirler ne içindi?" diye sordu Tunç. "Onu şu an söyleyemeyiz." dedi Lylia. Cem sürekli Lylia'ya bakıyordu. "Beyler ilk önce silahlarınızı çağırmalısınız." Dedi Norak. "Nasıl çağıracağız silahlarımızı?" diye homurdandı Kabil. "İşte Böyle!" Norak bir çığlık attı. Aslan kükremesine benziyordu. Birden elinde ucunda dikenler olan bir sopa belirdi. "Utanırım olum ben öyle bağırmaya." dedi Cem fısıldayarak yanındakilere. "Mızmızlanmayın da çağırın silahlarınızı. Biraz sonra troller gelir. Ben kız gibi utanan herifleri kurtarmak için kılımı kıpırdatmam." dedi Lylia. "Tamam o zaman." diye geçirdi Cem içinden. Bir çığlık attı. Elinde bir şey belirmediği gibi herkesi kendine gülerken buldu. Kabil, Tunç ve Norak yerlere yatmıştı. O ciddiyetinden taviz vermeyen Lylia bile kahkaha atıyordu. "Kuyruğuna basılmış kedi gibi ciyakladı adam." diyerek yere vuruyordu Kabil.
Cem kendini topladı bir çığlık daha attı. Kahkahaların sesi daha da yükselmişti. "Yapma bi daha, n'olur yapma. Nefes alamıyorum." diyordu Norak. "Belki de Cem'in silahı bu sestir, baksanıza Lylia bile hönküre hönküre gülüyor." dedi Kabil.
Lylia birden ciddileşti. "Tehlikede olmazsanız hiçbiriniz silahlarınızı uyandıramayacaksınız anlaşılan." dedi Lylia. "Onları nasıl bir tehlikeye sokalım?" diye sordu Norak. "Bırakıp gidelim kendi başlarının çaresine baksınlar." "Olur."
İkisi de KİT ekibini orda bırakıp yürümeye başladılar. Lylia giderken donuk bir sesle "Takip eden olursa bayıltana kadar döverim." dedi. "Karıya bak bayıltana kadar dövmekle tehdit etti. Olum Cem işin var bu karıyla." dedi Kabil. "Ya onu boşverin de n'oldu şimdi bize. Biri rutor oldu biri bilmem ne. N'apacaz biz burda. Hanakları öğrendik diye çekilir dert mi bu. O Arif olacak adam yüzünden bu haldeyiz. Belki de Cem'in babası da onun yüzünden öldürüldü." dedi Habil. "Susun." dedi Cem kısık bir sesle. "Tamam hassassın bu konuda ama bu da bi ihtimal Cem." dedi Tunç. "Kapayın çenenizi." dedi Cem "O kadar da değil Cem efendi, terbiyeli konuş." dedi Kabil. "Lan susun yaratıklar yakınımızdan geçiyorlar bizi farketmediler." dedi Cem kısık bir sesle. "Farkettiler." dedi Cem bu sefer.
Cem'in baktığı yöne baktıklarında kendilerine koşan en kısası iki metre olan yaratıkları gördüler. Ağızları yüzleri salyalı. Boz renkteki yaratıklar. "Bunlar ne .mına k.yim. S.karım böyle işe." dedi Kabil. Tunç çoktan kaçmaya başlamıştı. Cem'se silahını uyandırmak için deli gibi bağırıyordu. "Güler misin ağlar mısın?" dedi Habil. Sonra bir çığlık attı ve elinde büyükçe bir ok belirdi. Üstünde sehemaların simgesi olan bir Otto oku. Sırtındaysa fırlatılmak üzere bir sürü ok. "İyiymiş." diyerek gülümsedi. Elini arkaya atıp bir ok aldı. Yaya yerleştirdi ve gerdi. Trollerden birini hedef aldı. "Ya Allah, Bismillah." dedi gülerek. Ok fırladı ve trollerden birinin gözüne geldi.
Kabil şaşkın bir şekilde Habil'e bakıyordu. "Battal Gazi gibi oldu ya la." dedi gülerek. Kendisi de bir çığlık attı. Elinde uzun bir kılıç belirdi. Bağırarak trollerin üzerine doğru koşmaya başladı. Bu sırada Habil bir tanesini daha indirmişti.
Cem arkadaşlarını izliyordu. Tunç da koşmayı bırakıp Habil'le Kabil'e bakıyordu. Kabil trollere yaklaşıyordu. Habil bir tanesini daha vurmuştu. Kabil biraz daha yaklaşınca trollerin heybetinden korktu ve geri dönüp kaçmaya başladı. Kabil arkasındaki elli küsür trolle birlikte arkadaşlarına doğru koşuyordu. "Kaçın! Kaçanın anası ağlamaz." diye bağırdı. Cem dona kalmıştı. Trollerden biri Kabil'e yaklaştı ve sopasını vurmak için kaldırdı. İndiremeden Habil tarafından vuruldu. "Niye Spatir olduysam .mına k.yim. Ne güzel okçu olaydım indirirdim ben de adamları." dedi içinden. Koşarken ayağı taşa takıldı. Bir trol daha geldi ve Kabil'in önünde durdu. Habil bir ok fırlattı ama trole birşey olmadı. Sopasını kaldırdı. Bu seferki gelen ok bacağına isabet etmişti. Çığlık atıyordu ama güçten hala düşmemişti. "Bu seferki dokuz canlı çıktı." dedi Habil. "Yardım edin! Lylia! Norak!" Trol kükrüyordu. Kabil'se yerde öylece donakalmıştı. Sopayı tam indiriyor ki bir çığlık sesi duyuldu. Trol sesin geldiği yöne doğru baktı. O anda kafasına gelen bir topuz darbesi. Tunç silahını uyandırmıştı ve bulunduğu yerden tek sıçrayışta trole kadar gelmişti. Trol aldğı darbenin etkisiyle ikiye bölünmüştü. Kabil, şaşkın bir şekilde Tunç'a baktı. Tunç gülümsedi. "Kendine gel. Burası bulunduğumuz yer gibi değil. Kılıcının seni tanımasına izin ver ki o da seni tanısın." dedi Tunç.
Kabil ayağa kalktı ve trollerin arasına doğru koştu.Tunç ve Kabil birer ikişer trolleri öldürmeye başladılar. Cem tekrar denedi. Bu sefer silahı gelmişti ama yine şaşkınlık ve gülme sebebiydi. Elinde tahta bir kılıç vardı. Arkadaşları tekrar gülmeye başladı. "Cem gözünü seveyim yapma şunu. Savaştayız tek kahkaha bile bizi öldürmelerine yeter." dedi Habil.
Cem sinirlenmişti kılıcını trollere doğru fırlattı. Kılıç bir kurşun gibi gidiyordu. Sırasıyla beş trolün içinden geçti ve altıncısına saplandı. Cem tek el hareketiyle kılıcını tekrar çağırdı. Dördü birden savaşa girmişlerdi. Beş dakika olmadan ortalık sakinleşti. Bütün troller ölmüştü.
Tekrar toplanıp ilk geldiklere yerde beklemeye başladılar. Lylia ve Norak gelmişlerdi. "Aferin, silahlarınızı uyandırmışsınız." dedi Lylia "Başka şeyler de yaptık." dedi Cem sinirli bir ses tonuyla. "Ne?" "İşte bu!" dedi Cem ve kılıcını Norak'a sapladı. Norak birden yere yığılmıştı. "Ne yaptın sen! Adamı neden öldürdün!" dedi Habil. "Öldüğü filan yok. Burası gerçek değil." dedi Cem. "Nasıl anladın peki?" dedi Lylia. "İksirlerin amacını sorduğumda söylemedin. Kabil'in hayatı tehlikedeyken yardım etmediniz. Tunç'un Kabil'i kurtarması ihtimal edilecek bir durum değil. Biz size emanetiz bizi kolayca bırakıp giderseniz görevinize ihanet etmiş olursunuz." "Güzel, aranızda aklı çalışanlar da var. Silahlarınızla tanıştırayım. Habil'in elindeki okun adı Strelka. Özelliklerini kendisi keşfedecektir.
Kabil'in elindeki kılıç Espada. Tunç'un elindeki topuzsa Rorupan.
Cem'deki tahta kılıçsa Methuselah. Dünyanın eski ağacından yapılmıştır. Dünyadaki en keskin kılıçtır." "Aynı zamanda en yanıcı kılıç." diyerek güldü Kabil. "Silahlarınızla iyi anlaşırsanız onların canlı olduğunu göreceksiniz. Size bir spoiler vereyim. Strelka elektrik üretebilen bir oktur. Espada ise ateş, Rorupan sarsıntı yapabilir. Methuselah hakkındaysa hiç bir fikrim yok. Onu Efendi Sientum'a sormamız gerek. Eğitiminizin ilk kısmını tamamladınız. Artık gidebiliriz." Bir anda kendilerini tekrar Venemed ve Sientum'un karşısında buldular. "Ne kadar geçti?" diye sordu Tunç "Bir saniye." dedi Sientum. "Efendim eğitim başarılı. Saha görevine verilebilirler." "Tamam o zaman." dedi ve Gitti Sientum. Lylia ve Norak da odadan çıktılar. "Nasıl bir saniye geçti?" diye sordu Tunç. "Size verdiğim iksirler beyin fonksiyonlarınızı hızlandırdı. Ve beyinlerinizi birbirine bağladı. Lylia'nın iksiri sizinkinden biraz farklıydı. O yüzden onun beyni gittiğiniz yeri tasarladı. Eğitiminiz bitti ve tekrar geldiniz. Kaydettiğiniz bütün gelişmeler hafızanıza ve vücudunuza işlendi. Artık istediğiniz zaman silahlarınızın isimlerini söyleyerek çağırabilirsiniz." dedi Venemed. "Rüya gibi yani. Bir rüya 15 saniye sürüyor. Ama aslında daha uzunmuş gibi." dedi Cem. "Rüyada yaptığınız gelişmeler hayatınıza işlemez evlat." dedi ve odadan çıkmak için kapıya doğru yürüdü. "Peki ya Lylia ordayken ölseydi ne olurdu?" diye sordu Habil. "Sonsuza kadar orda kalırdınız." dedi ve odadan çıktı. BÖLÜM 11 COTA Apokras kurduğu ekiple birlikte şehrin fazla dışında olmayan bir villadaydı. Villanın salonunun ortasında büyük ahşap bir masa vardı. Masanın etrafındaysa COTA maskesi takmış üyeler. Apokras ekip üyelerine Asvat'ın varlığından ve diğer ırklardan bahsetti. Kıyamet için kırılması gereken mühürlerden, mührün kırılmasını önlemek için çalışan başka oluşumlardan. Ve devredicileri ortaya çıkaran Şahbaz olan Şaman'dan. Sonra herkesin kendisini tanıtmasını istedi.
Seko:
"Gücüm küçük voltajlarda elektrik üretebilmek. Bununla menzilimdeki insanların sinir sistemini kullanarak onların hareketlerini kontrol edebiliyorum. İstesem öldürebilirim de ama bu eğlenceli olmazdı. Trol yapmayı seven biriyim." "Calamum diyebilirsiniz bana, fazla konuşmayı sevmem. Gücüm telekineti." "Astra, çoğu insan astral seyahat yapabilir ama benim onlardan farklı olan yönüm ben astral seyehat yapınca dokunabilirim." "Benim adım Cem, aslında bakarsak COTA dediğimiz şey kötülerin özgürlüğü için çalışıyor." dedi.
Lithien bıçağını tekrar çıkarttı. Seko güldü. "Deler." "Biraz cesareti olan herkes kahraman olabilir ama kötü olmak için cesaretten fazlasına ihtiyaç vardır." diye devam etti Cem. Lithien bıçağını tekrar kılıfına koydu. "Kötülerin, iyilerin şanslarından dolayı kaybettiği hikayelerden bıktım usandım. Bu ortama da daha ilk geldiğim andan ısındım. Yeteneğim zihin uzmanlığı." dedi. "Sizden birkaç isteğim olacak. Güçlerinizi birbirinizin üstünde asla kullanmayın."
Üyelerin hepsi başlarını sallayarak onayladılar. "Şimdi iki takıma ayrılacaksınız. Düşmanlarımız güçlü olduklarından sizinle özel görüşeceğim ve yalnızca benim dediklerimi yapacaksınız. Sizlere belirli parolalar vereceğim, sizlere ulaşamadığım zamanlarda elçiler araclığıyla anlaşacağız. Parolayı duymadan hiçbir şeye inanmayın. Parolayı yanlış söyleyen kim olursa öldürün." dedi Apokras.
Herkes tekrar başını salladı. "Astra ve Calamum siz birinci takımsınız. Seko ve Cem de ikinci takım. Benim yokluğumda Lithien'e uyun." diyerek salondan çıktı. Lithien de onu takip etti. "Muhtemelen biz saldırı ekibi olacaz." dedi Astra. Lithien ve Apokras başka bir odaya geçmişlerdi. "Lithien, sırada iki devredici var. Birisi yerçekimini kontrol edebiliyor. Diğeriyse Kılık değiştiriyor. İkimiz de henüz özgürlüğümüze kavuşamadık. Devredicileri topladığımızdan kimsenin haberi olmadığı için bize bu durumu sormuyorlar. Sorarlarsa cevap vermek zorunda kalacağız. O yüzden özgürlüğümüzü kazanana kadar senin fazla bir şey bilmeni istemiyorum. Sana güvenmediğimden değil, sadece seni korumak istememden." "Sorun değil." "Şu anki durumumuz gerçekten iyi. Planlarım işlerse Şavlon ve Ahmar'dan da kurtulacağız. Sen şimdilik benim yanımda fazla görünme, mühür işleriyle uğraş."
Lithien ortadan kaybolmuştu. Sonra birinci takımı odaya aldı. Apokras Astra'ya bir kağıt uzattı. "Astra, burdaki adreste bir yüklenici var. Yer çekimini kontrol edebiliyor. Gidip onunla konuşup aramıza almanı istiyorum. Sana tavsiyem açık alanda kalabalık olmayan bir yerde konuşman. Yoksa dikkat çekersiniz ve ölürsünüz." Astra kağıdı alıp odadan çıktı.
Calamum'a da bir kağıt uzattı, yanında bir de fotoğraf vardı. "Burda da şekil değiştirebilen biri var. Bunu aramıza aldıktan sonra fotoğraftaki adamı takip etsin. Ve ben ona özgür kaldığımı söyleyene kadar kimseye birşey söylemesin bana bile." "Tamam patron." dedi ve o da dışarı çıktı.
Sonrasında içeri Seko ve Cem girdi. "Şehrin dışında insanların kurduğu bir timin eğitim kulübesi var. Can diye bir ihtiyar yaşıyor. Ordan iblislerin nasıl ele geçirilebileceğini öğrenin ve Deccal'in yanındaki iblisleri bir şekilde Çembere sokup farkettirmeden azat edin." "Çember ne?" "İhtiyarı öldürmeden önce öğrenirsiniz. Benim şu an Ahmar'ın yanına gitmem gerek. Dikkatli olun yakalanmayın." diyip ortadan kayboldu. *****
100 sene önce...
Nur şahbazlarının sarayı şimdikinden farklı... Dokuz köşesi olan bir saray. Bir kapı da Şaman'ın şehrine açılıyor.
Kader küresinden çıkan kararlarda Şaman'ın ordusuna katılan insanların sayısı oldukça az. Şaman'ın şehrinde Üç yüze yakın insan var. Şahbazlar'ın diğerlerinden farkı kötülüğe meyilli insanların Şaman'ın ırkına geçmesi.
Bu durum ilk başta Şahbazların işine geliyordu. Çünkü Şaman yaptığı deneyleri kendi askerlerinin üstünde deniyordu ve deney başarılı sonuçlanırsa Şahbazlara sunuyordu.
Glastor ve Sientum, sarayın ıssız bir köşesinde buluştular. "Şaman'ı derhal etkisiz hale getirmemiz lazım. Harzem'le birlikte yarın darbe girişiminde bulunacaklar. Eğer başarırlarsa Ahmar ve ya Şavlon'la iş birliğine gideceklerdir. Şahbazlar Akuralar'ın da sırlarını taşıyor. Bizim kalemizin düşmesi demek Gizli zindanların karşı tarafa geçmesi demek. Bağıl mühürlerin listesinin karşı tarafa geçmesi demek. Belki de Azrak'ın ölmesi demek." "Sakin ol. Bu darbe planından haberim var. Harzem, kendisine verdiğim görevden dolayı Şaman'a yaklaştı. Verdiği bilgilere göre ordusu şu an bizi ele geçirmeye kalksa en kısa savaş olarak tarihe geçer." "O kadar güçlendiler mi? Siz nasıl buna müsade ettiniz?" "Şaman kanserli bir hücre gibi. Kendisine yeni damarlar açarak besleniyor, çoğalıyor ve başka yerlere sıçrıyor." "Kanserli hücre ölümsüzdür." "Beslendiği taktirde ölümsüzdür. Bahsettiğin sırları zaten biliyor, eskiden de biliyordu. Eğer ilk başta düşman ilan edilseydi sırları gidip senin dediklerinden birine anlatabilirdi. Ama o bunu koz olarak kullandı ve bir şeyden bahsetmedi. Yerimizi bile söylemediğine eminim. Arkasında da kimin olduğunu artık biliyoruz." "Kim?" "Haris." "Deccal mi? Şavlon ve ya Ahmar varken neden ona gitsin ki?" "Haris bir çok ipi olan kukla gibi. Bir ipinden de Şaman tutmuş. Kukla olmak yerine masaya oturan adam olma ideali var. Eğer direkt olarak Şavlon ve ya Ahmar'la görüşseydi Haris'ten farkı olmazdı. Ama şimdi, Şahbazları ortadan kaldırmış, Akuraların sırlarını ifşa etmiş, Zindandaki askerleri kurtarıp kendi safına katmış bir efendi olarak o masaya oturma ideali var. Ona göre Asvat eninde sonunda kafesten çıkacak ve sonu getirecek. Asvat ortaya çıktığında ona borçlu olacak ve hükümdarlardan birisi de o olacak." "Efendim bir emriniz var mı?" "Diğerlerini de durumdan haberdar etmemiz lazım." Harzem ve Şaman gece olduğunda Kabar şehrindeki ormanda buluşmuşlardı. "Nasıl yapıyoruz?" diye sordu Harzem. "Sen yerimiz belli oldu diye bir istihbarat getireceksin. Herkes ordusunu toplayıp burasıyla dünya arasındaki ara geçiş alanına gidecek. Tabi ki senin ordun hariç. Ordu saraydan boşalınca biz ara geçiş alanına çıkan kapıyı yıkacağız ve ordakiler orda kalacak. Bu tarafa gelemeyecekler. Biz de şahbazları indireceğiz." "Tamam, gece görüşürüz." Sientum diğer Şahbazlarla buluştu. "Yarın Şaman bize darbe girişimde bulunacak. Aslında sadece Venemed ve Şahrata ihtiyacım var. Sizleri de bilginiz olsun diye çağırdım." "Demek o yüzden Şaman'ın askerleri ölünce benim şehrimde Anufet olarak tekrar doğmuyor. Onu bile planlamış. Demek ki ilk günden beri bunları planlıyordu." dedi Mortem. "Plan ne?" dedi Venemed hırıltılı sesiyle. "Harzem ve Şaman'ı özel bir durum için az sonra toplantıya çağıracağız. Harzem'den aldığım istihbarata göre ruhunu bedenine hapsetmenin yolunu bulmuş. O yüzden onu zehirleyeceğiz. Biz onu zehirlerken Rutorlar da onların şehrine açılan kapıyı yıkacaklar. Şaman'ın şehrine en yakın şehrimiz üç günlük yolda onlar buraya ulaşıncaya kadar Şaman ortadan kaldırılmış olacak. Buraya geldiklerindeyse fazla yaklaşamadan ordu da ortadan kaldırılacak. Rutorlar kapıyı yıktıktan sonra Spatirler, Sehemalar, Unafetler ve Rutorlar Şaman'ın şehrine gidip herkesi ortadan kaldıracaklar." "Ruhu bedeninden çıkmayan birini zehirlemekle elimize ne geçecek?" "Onu uyutacağız, felç edeceğiz. Kimsenin bulmaması için de bilinmeyen bir yere gömeceğiz. Tabi önce üzerine eritilmiş demir dökeceğiz. Sonra uyanır toprağı ufak ufak kazar. Riske gerek yok." diyerek güldü Glastor.
Sabah olduğunda herşey planlandığı gibi gitmişti. altı gün sonra gönderilen ordu da gelmişti. Şaman ve devrediciler artık ortadan kaldırılmıştı. Yeni bir saray inşa edildi. Kısa süre sonra dünyadan devredici haberleri gelmeye başlamıştı. Şaman'ın askerlerinden birisi öldüğü zaman güçler o anda doğan bir çocuğa devrediliyordu. Bu yüzden Anufet olarak tekrar doğmuyorlardı. Şaman bu özelliği insanlara verirken bir lanetle süslemişti. Kötüye kullanmakla... ******
Gece yarısı...
Astra, verilen görev üzerine kağıttaki adrese gitmişti. Uzak takipteydi. Astral seyehat yapıp gizlice kızın evine girip biraz izledi. Sonra tekrar bedenine döndü. "Bu kız ne kadar tombul böyle. Kız mı erkek mi o da belli değil. Apokras kuytu bir açık alanda yaklaşmamı önerdi. Demek ki geçimsiz biri, benimle dövüşme ihtimali var. Muhtemelen liseye gidiyor."
Kız dışarı çıktı, Astra hemen bir yere saklanmıştı. Kız, Astra'nın saklandığı yere geldi. "Kimsin sen?" "Beni nasıl farkettin?" "Soruya soruyla karşılık verme. Kimsin sen?" "Amma da atarlı bir ergenmiş." diye düşündü Astra.
Kız gücünü kullanarak yerçekimini azalttı. Etraftaki taşlar, arabalar, çöpler yavaşça havalanmaya başlamıştı. Astra da havalanıyordu. "Yer çekimi şu an eksilerde. İstersen sadece senin için bayağı bir fazla olabilir. Şu kadarcık yükseklikten aşağıya düşüp de uçaktan düşmüş gibi olursun."
Kız birden donakaldı çünkü birisi boğazını tutuyordu. Astra ruhunu çıkarıp, kızı öldürmekle tehdit etti.
Kız yerçekimini tekrar normale çevirdi ve Astra da tekrar vücuduna döndü. "Benim adım Astra. Sana bir teklif için geldim." "Astra mı? O ne be?" "İsmimi sordun söyledim." "Masken güzelmiş." "İstersen sana da bir tane ayarlayabilirim." "Sapık mısın sen? Amacın ne?" "Özel gücünden haberim var. Şimdi düşündüm de belki de yerimi de öyle buldun. Yer çekimini kontrol edip aynı zamanda hissedebiliyorsun. Seninle ben benzeriz. Sana bize katılma teklifi yapmaya geldim." "Oha best. Ne ekibi bu?" "Gelmezsen söylemem." "Söylemezsen gelmem." "Peki, görüşmek üzere." "Dur dur. Tamam gelicem. Senin kod ismin Astra di mi?" "Evet, kod adım Astra." "Oha best. Animelerdeki gibi." "Anime ne ya?" "Japonlar yapıyor ya hani." "Ha şu çizgi filmler." "Hö şö çözgö fölömlör. Onlar çizgi film diil bi kere." "Ne tripli bir kızmış. Tek başına dağıtır bu COTA'yı." "COTA ne?" "Örgütümüzün adı." "Başı kim?" "Apokras." "Ooo Apokras Sama." "Hadi gidelim artık."
BÖLÜM 12 ŞAMANIN DÖNÜŞ SİNYALİ
Şavlon, Deccal'e kumarhanede saldıranların hakkında konuşmak üzere Vefrak'ı yanına çağırmıştı. Berk de Şavlon'un yanındaydı. "Deccal'e tam olarak ne olmuş?" "Üç kişi gelmiş, yanlarında yüksek rütbeli cinler varmış. Ordaki tüm Hanakları ve İblisleri öldürmüşler. Deccal'in de gözünü çıkarmışlar. Acıdan bayılmış. Ayıldığında kimse yokmuş." "Kimlerin olabileceğini düşünüyorsun?" "Efendim, çok düşmanımızın olduğu bir savaşın içindeyiz. Akuralar'ın işi olsa yanlarında cin gezdirmezlerdi. Aynı şekilde Nur Şahbazları da olamaz." "Apokras mıdır?" "Sanmam, Apokras şu an bizim müttefiğimiz gibi görünüyor. Siz de herkese 'görürseniz itaat edin ya da kaçın' dediniz. Geriye bir tek Ahmar kalıyor." "Ahmar'ın olması da imkansız. Çünkü Deccal aynı zaman da onun da müttefiği. Eğer Ahmar olsaydı, Deccal çoktan yanımıza gelmişti." "Efendim bu olayda ilginizi çeken ne oldu?" "Şaman'ın kokusunu alıyorum." "Şaman uyanmış mı?" "Yerini bulursak uyandırırız. Deccal'e git Şahbazların Şaman'ı nereye gömdüğünü araştırmaya başlasın. Bunun için seni görevlendiriyorum." "Emredersiniz!" ***
Calamum, şekil değiştireni ikna etmek için onun evine gitti. "Kimse var mı?"
Hiç ses yoktu. "Biriniz de benim gibi hemen kabul edin. Hep zorluk hep yokuş."
Calamum'un kılığına girerek ortaya çıktı şekil değiştiren. "Merhaba, ben Calamum." "Merhaba, ben Calamum." dedi şekil değiştiren. "Kılığıma girmişsin, sesi mi de benzetmişsin. Bakalım bunu yapabiliyor musun?" dedi ve kemerine takılı olan keselerden birini havaya attı. Keseden dağılan çivileri şekil değiştirene yönlendirdi. Bütün çiviler şekil değiştirenin boğazının hemen önündeydi. İki çivi de gözlerinin önünde. Calamum güldü. "Kalem kılıçtan keskindir." "Bunlar kalem değil, çivi gerizekalı." "Çivi yazısını hiç duymadın mı? İstersen sana öğreteyim." "Tamam kes. COTA için mi geldin?" "Nerden biliyorsun?" "Şekil değiştirdiğim farkedilince Deccal'in adamları beni almaya geldi. Neyse ki hepsi insandı. Hepsi öldü. Ben de içlerinden en düşük rütbelinin kılığına girdim. Gidip Deccal'e kaçarak kurtulduğumu söyledim. Geçenlerde Deccal'in ofisine bir yüklenici geldi. Adı Sero gibi bir şeydi." "Seko?" "Herneyse. Deccal'le görüşmeden çıktıktan sonra onu takip ettim. Yanındaki iblis bir yere gitti. Seko'ysa başka bir devrediciyle buluştu. Biraz daha takip edince birilerinin yüklenicileri topladığını anladım. Örgüt'ün adına da COTA demişlerdi. Seni buraya gönderene söyle seve seve katılırım. Adımı söylemem, gerçek görünüşümü göstermem. Beni ajan olarak kullansın." "Beni buraya gönderen senin bizi takip ettiğini farketmiş olmalı. Adı Apokras..." "Apokras mı? Deccal ondan it gibi korkuyor. Gerçi Deccal'in korkmadığı kimse yok." "Apokras, bu adamı takip etmeni ve kimseye bir şey anlatmamanı söyledi." diyerek Arif'in fotoğrafını uzattı. "Apokras'a da mı anlatmayayım?" "Apokras sana kendisinin özgür kaldığını söyleyene kadar ona da anlatma. Memnun oldum isimsiz, suratsız arkadaşım." "Ben de memnun oldum. İsimli, suratsız arkadaşım." dedi Şekil değiştiren. ******** Seko ve Cem, Can Dede'nin mekanına gitmişlerdi. İhtiyarı rehin alıp ordaki tüm kitapları okumaya koyuldular. Bu sırada dışarda bir gümbürtü koptu. Koşarak pencereye gittiler. Dışarda Lithien ve Vefrak vardı. "Bir şey yok hacı, biz kitaplara devam edelim." diyerek kitaplara gömüldü Cem. "Gene bıçak çekecek mi onu merak ediyorum." dedi Seko gülerek.
Dışarıyaysa çok huzursuz bir hava hakim. "Buraya neden geldin?" dedi Lithien. "İhtiyarı almaya. Sizinle bir alakası yok." "Aslında bakarsan var. Bizimkiler içerde ders çalışıyor." "Sizinkiler kim. İhtiyarsız çalışsınlar. Efendi Şavlon'un emri." "Şavlon beni ırgalamaz. COTA'ya bakarım ben." "Deccal'in gözünü çıkaran devredici sizden mi yoksa?" "Gözü çıkasıcanın gözü mü çıkmış?" "Şaman'ın yerini bize verin Lithien." "Şaman'ın yeri mi?" "Evet, bu ihtiyara bu yüzden geldiğinizi biliyorum. İhtiyarı bana ver!"
Lithien kulübeye doğru bağırdı: "Çocuklar işiniz bittikten sonra İhtiyarı öldürmeyin. O bize lazım." "Nasıl yani? Siz ne için gelmiştiniz?" diyerek şaşırdı Vefrak.
Lithien bıçağını çıkardı. "Deler deler deler deler." diye gülüyordu Seko içerden. "Daha kimseye sapladığını göremedik." dedi Cem kitapları okumaya devam ederken. "O bıçakla beni mi öldüreceksin?" dedi Vefrak. "Haklısın sen keskin bir şeyle öldürülecek adam değilsin. Çıplak elimi kullanacağım." "Kullan bakalım!" diyerek Lithien'e koşmaya başladı Vefrak. Lithien'in gözü kıpkırmızı olmuştu. Birden Vefrak'ın yanında belirdi ve hızlı bir şekilde elini Vefrak'ın karnına soktu. Vefrak birden hareketsizleşti. Kurtulup kaçmaya çalışıyordu. Ama Lithien onun omurgasından tutmuştu. Lithien boştaki eliyle Vefrak'ı paramparça etti. "Hanakların kanı olduğunu bilmiyordum." dedi. "Deldi." dedi Seko gülerek. "Bıçağı sapladı mı hacı?" diye sordu Cem. "Yok yine saplamadı." dedi Seko. Lithien içeri girdi. "Nasıl gidiyor öğrendiniz mi?" "Hepsini değil." dedi Cem. "Kitapları ve İhtiyarı alıp gidelim burdan. Az sonra ana baba günü olur."
Kitapları ve İhtiyarı alıp buluşma yerine gittiler.
Toplantı masası yine kurulmuştu. COTA üyeleri toplanmıştı. Yeni üyeleriyle birlikte. "Oha süper lan." dedi yeni ergen üye. "Kendini tanıt." dedi Apokras. "Adım Funda. Liseye gidiyorum. Sınavlara hazırlanıyorum." gibi şeyler söyledi. "Buraya gelmiş hala sınavdan bahsediyor." dedi Seko sıkılmış bir şekilde. Lithien, Seko'ya baktı. Seko da Lithien'e baktı. "Deler." dedi gülerek. "Bıçak çekmeyecektim." dedi Lithien gülerek. "Evet, Raporları alayım." dedi Apokras. "Ne yazık ki benim görev tamam." dedi Astra. "Benimki de tamam." dedi Calamum. "Biz daha tam çalışmadık." dedi Cem. Lithien söze girdi: "Biz kulübedeyken Vefrak geldi." "Şavlon bir mesaj mı göndermiş?" "Hayır, İhtiyarı almaya geldi." "Lithien de bıçak çekti." dedi Seko. "Sonra." dedi Apokras. "Bu içerdeki İhtiyar, Şaman'ın yerini biliyormuş. Vefrak onun için kulübeye gittiğimizi düşünmüş. Ağzından kaçırdı. Ben de ihtiyarı vermedim. COTA'ya zararı dokunabilirdi." "Vefrak ihtiyarı alamadan gittiyse Şavlon üstümüze gelecektir." dedi Apokras. "Gitmedi, gidemedi. Çünkü Lithien adamı haşat etti." dedi Seko. Lithien bıçağını çıkardı. Apokras Lithien'e baktı. "Vefrak öldü mü?" "Evet, Şavlon'a gitmesinden iyidir diye düşündüm." "İyi yapmışsın, Şavlon bana karışmayacağına söz vermişti. Önümüze de çıkmayacaktı. Sonraki adımlarını daha dikkatli atacaktır. Lithien, adamı henüz sorgulamayacağız."
Apokras, Seko'ya döndü. "Adamı benim ve Lithien'in bilmediği bir yere götürün. Biz özgür kaldığımızı söyleyene kadar da yerini bize söylemeyin." Sonra Cem'e döndü. "Adamı sorgula devrediciler hakkında bildiklerini öğren. Zayıf noktalarınızı öğrenin. Gücünüzü nasıl arttıracağınızı öğrenin. Sonra öğrendiklerini Hipnoz aracılığıyla diğer ekip üyelerine anlat." dedi Apokras. "Deccal'in iblislerini çembere alıp azat etme görevini yeni üye Funda'ya veriyorum." "Hai Apokras Sama!" dedi Funda. Apokras garip bir yüz ifadesiyle Funda'ya baktı. "Calamum ve Astra, siz de Forever çetesine gidip COTA'ya girmelerini teklif edin. Girmeyenleri öldürün." "Bir an için artık kimseyi öldüremeyeceğimi düşünmüştüm." dedi Calamum. "Merak ettiğim bir şey var." dedi Astra. "Dinliyorum." dedi Apokras. "Ne zaman piyasaya çıkacağız. Büyük savaşlar filan olmayacak mı? Ahmar tılsımını öylece bize mi verecek. Ve ya Şavlon tahtını bırakıp çekip gidecek mi?" "Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?" dedi Seko. "Piyasaya çıkmamız uzun sürmez. Bizim savaşımız başladığındaysa bizimkinden büyük savaş olmayacak. Ahmar tılsımı vermeyecek biz alacağız." Apokras oturduğu yerden kalktı. "Şavlon tahtını bırakıp gitmeyecek. Tahtıyla beraber gidecek." dedi. Sonra Lithien'e döndü, "Sen de sok o bıçağı içeri artık." BÖLÜM 13 OYUN BAŞLIYOR Şehrin lüks kısımlarında olan bir malikane. Etrafı surlarla çevrili. Surların dışında elli Hanak nöbet tutuyor. Çelik kapılar geniş çimlik bir alana açılıyordu. Taştan bir yol içerdeki büyük binaya doğru gidiyor. İçerde onlarca hanak var. Şavlon'un mekanı. Bir sesle bütün Hanaklar kulaklarını kapadı. Şavlon, Vefrak'ın ölüm haberini almıştı. Malikanenin kapısı açıldı ve bir hışımla dışarı çıktı. "Kim öldürdü oğlumu?" diye söylene söylene çıktı. Sonra Malikanenin bahçesindeki Hanaklara baktı. "Efraym! Ezraym! Nerdesiniz?"
Önünde iki Hanak belirdi. "Emredin!" "Berk'i de yanınıza alın, Vefrak'ı kimin öldürdüğünü bulun! Eğer Berk'e bir şey olursa sizi kıyamete kadar öldürmem!" "Emredersiniz!"
Berk geldi. "Ne oldu?" diye sordu. "Seni staja gönderiyorum. Vefrak'ın katilini öldürmeden gelme." dedi Şavlon Berk'e. "Emredersiniz." dedi ve üçü de gözden kayboldular. KİT'in eğitim kulübesinin önüne geldiler. "Buraya neden geldik?" dedi Berk. "General Vefrak burda öldürülmüş efendim. Biz de ipucu bulmaya geldik." "Ben size katıldığımdan beri mühür kırıldığını görmedim. Böyle işlerle uğraşıyoruz hep." "Efendim karşı orduyu yok edersek mühürler daha kolay kırılacaktır." "Karşı tarafı bertaraf etmediğimiz sürece böyle oyun mu oynayacağız." "Muhtemelen efendim. Çünkü bu bir zorunluluk." "Nasıl zorunluluk?" "Mühürler bağıl ve özgür olmak üzere ikiye ayrılıyor. Özgür mühürler bir sıralama olmaksızın kırılabiliyor. Ama bağıl mühürlerden biri kırılmadan öbürünü kıramazsınız. Asvat'ın safındakiler önce özgür mühürlere yöneldi. Şimdi geriye sadece bağıl mühürler kaldı. Ve bundan dört yüz sene önce bağıl mühürlerin listesinin yarısını kaybettik. Ve listenin elimizde kalan kısmındaki son mühür de Vefrak tarafından kırıldı." "Listenin kimde olduğu biliniyor mu?" "Listeyi kimlerin koruduğu biliniyor." "Kimler?" "Nur Şahbazları." "Her taşın altından bunlar çıkıyor." ******* Ahmar, Apokras'ı yanına çağırmıştı. Bir mağaradaydılar. "Deccal, Şavlon'la bir görüşme ayarladı. Elinde bir harita varmış. Akuraların dilinde olan bir harita. Muhtemelen güven göstergesi olarak haritayı bize gösterecek. Anlaşırsak iki ordu birleşecek." "Efendim hiç sanmıyorum." dedi Apokras. "Bildiğin bir şey mi var? Anlat." dedi Ahmar.
Apokras maskesinin arkasından sırıtıyordu. (Hepsini anlatmamı emretmedi.) "Şu KİT ekibinin eğitim alanı." "Tahta kulübe mi?" "Evet efendim. Şavlon'un sağ kolu oraya geldi. İhtiyarı almak için. Tabi biz de haliyle vermedik." "Neden vermedin?" "Çünkü o ihtiyar Şaman'ın gömülü olduğu yeri biliyormuş." "İyi yapmışsınız sonra ne oldu?" "Vefrak diretince öldü." "Bu iyi olmamış. İhtiyar elimizde mi?" "Devrediciler kaçırıp saklamışlar." "Devrediciler mi?" "Evet efendim." "Kim bu devrediciler? Kime çalışıyorlar?"
(Kime çalışıyorlar sorusunu soracağını tahmin etmemiştim.) Apokras sessizliğe büründü. "Söylesene kime çalışıyorlar."
(Hah! Buldum) "COTA'ya efendim. COTA diye bir örgütleri var. Özgürlük için çalışıyorlarmış. Ama asıl mesele Şavlon'un Şaman'ın peşine düşmesi değil mi?" "Haklısın. Şavlon arkamızdan iş çeviriyor galiba. Ben Haritayı gördükten sonra uzlaşmayı reddedeceğim ve Batık Sarnıç zindanını tek başıma bulacağım. Bu iş için de seni görevlendiriyorum. Sadakatini artık kanıtladın." "Efendim duyduğuma göre Şavlon, Vefrak'ın öldürülmesine çok sinirlenmiş. Katliamı üstlenecek birilerini gönderseniz. Peşimde Hanakların olması beni zora düşürecektir." "Haklısın, Şavlon'a yüksek rütbeli birilerini göndereyim. Yoksa yemi yutmayacaktır." "Efendim bir şey daha var." "Söyle." "Toplantıya kimler gidecek?" "İçlerinde sen de varsın." "Toplantı zamanına kadar şu devredicilerle ilgilenmek için izin isteyecektim." "Tamam o konuda serbestsin. Toplantıda kullanmam için bilgi de getirmiş olursun hem."
Apokras kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. (Artık COTA'yla gizliden ilgilenmeme gerek kalmadı. Toplantı anına kadar serbestim ve buna bir şey söylemek zorunda değilim.) "İzninizle efendim." dedi ve buluşma alanını terk etti. ************* Calamum ve Astra şehrin dışında terk edilmiş bir fabrikaya geldiler. “Burası ne leş bir yer böyle?” dedi Astra.
Calamum hiç ses çıkarmıyordu. Fabrikanın içine doğru yürümeye başladılar. Bir tenekenin içine ateş yakılmış ve etrafında üç serseri vardı. Onların az ilerisindeyse bir adam bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Üzerinde deri ceket vardı. Saçı hafif uzun, yüz hatları keskindi. “Forever çetesine bak hele. Forever apaçi.” “Apaçi mi?” dedi Calamum.
Grubun lideri Astra ve Calamumu gördü. Hiç istifini bozmadı. Çetenin geriye kalan üç üyesi de fark etmişti. “Hey patron! Ne yapalım bu sirk ucubelerini?” “Anlaşılan COTA üniformasını beğenmediler. Katılmayacaklar hepsini öldürelim!” dedi Astra. “Bir kural vardır. İlk hamleyi asla sen yapma. Apokras’a rapor verirken yalan söylemek istemem. Ölümlerini istiyorlarsa kendileri gelip alsınlar.” Dedi Calamum. “Ne duruyorsunuz? Gösterin hünerlerinizi.” Dedi çetenin lideri. İçlerinden biri ayağa kalktı. Astra’ya baktı. “Hey uzun! Önce senle ben!” “Fark etmez bana.” Dedi Astra.
Adam elleriyle buz oluşturmaya başladı. “Lan Sub-Zero ölmemiş miydi?” diyerek güldü Astra. “Öleyim filan deme de.” Dedi Calamum.
Adam buz oluştururken aniden yere yığıldı ve öldü.
Diğerleri şaşırmıştı. Grubun lideri hala istifini bozmuyordu. “Şansını başka denemek isteyen var mı?” diye sordu Astra. “Na-Nasıl?” dedi başka bir serseri. “Ruhunu bedeninden kopardım. Tutabildiğin şeyleri çekebilirsin de.” “Benimkini tut!” diyerek hakaret etti soruyu soran serseri. “Olur.” Dedi Astra. Sonra o da yere yığıldı. “Yeter!” dedi Calamum. “Sıradaki benim!”
Son serseri de Calamum’a koşmaya başladı. “Hiç strateji falan yok bu heriflerde bodoslama giriyorlar.” Dedi Calamum sıkılarak. Elini kesesine attı bir tane çivi çıkardı. Adamın alnının ortasından içeri gönderdi. Adam yere yığıldı. Grubun lideri birden önlerinde belirdi. “Kimsiniz?” “Gücün ışınlanma mı?” diye sordu Astra. “Evet de siz kimsiniz?” “COTA. Çetendeki işe yarayabilecek elemanları kardeşliğimize katmak için geldik.” “Kabul etmezsem beni de mi öldüreceksiniz?” “Muhtemelen kaçarsın.” “Sevdim sizi kardeşliğinize katılırsam benim kardeşim mi olacaksınız şimdi?” “Evet.” Dedi Calamum. “Bir saniye az önce kardeşim dediği insanlar ölürken kılını kıpırdatmadı. Yarın bir savaşta bizi arkadan vurmayacağını nerden bilelim?” dedi Astra “Başı dara düştüğünde benden yardım istemeyenler benim kardeşim değildir. Onlar güçlerini bana göstermek için savaştılar. Gösteremeden öldüler.” “COTA’ya hoş geldin.” “İsimleriniz ne?” “Ben Astra. Bu da Calamum.” “Forever Kenya.” “Kenya mı? Neden Kenya?” “Çünkü Kenya merkez.” Dedi gülerek. “Bitirim olmuş herkez.” Dedi Calamum. “Bir kişi daha var.” Dedi Kenya. “Kim?” dedi Astra. “Az önce bodoslama diyordunuz ya. Asıl bodoslama elemanı. Speranza.” “İtalyanca da umut demek.” Dedi Calamum. “Speranza!” diye bağırdı Kenya.
Büyük bir gümbürtüyle karşılarındaki duvar yıkıldı. “Böyle bir toroman gördünüz mü?” diye güldü Kenya. “Funda diye bi kız var. O da böyle.” Dedi Astra. “Geldi y.vşak.” dedi Kenya gülerek. “Y.vşak deme başkalarının yanında. Sonra yüz buluyorlar.” Dedi Speranza. “Hadi gidelim artık.” ****** Funda kendisine verilen görevi tamamlamıştı. Deccal’e çalışan bütün iblisleri su çemberine alıp anında azat etmişti. Şimdiyse COTA’nın buluşma mekanındaydılar. Masa kurulmuştu ve ekip üyeleri güncel haliyle masanın etrafındaydılar. “Raporları alayım.” Dedi Apokras. “İhtiyar sadece Cem’le benim bildiğim bir yerde.” Dedi Seko. “Sorgulaması tamam. İblislerle alakalı bilgileri herkese dağıttım. Güç arttırma seansı da toplantıdan sonra başlayacak.” Dedi Cem. “Updateler geliyor yani. Hadi yine iyisiniz.” Diye güldü Seko. “Biz de Forever çetesine gittik geriye sadece iki kişi kaldı.” Dedi Astra. “Ben de görevimi yaptım sama.” Dedi Funda. “Yeni gelenler kendinizi tanıtın.” “Forever Kenya diyebilirsiniz. Gücüm ışınlanmak.” “O ne be. Adın yok mu senin?” diye trip attı Funda. “Adım Murat.” “Koyyim de.” Dedi Seko. Lithien bıçağını çekti. “Koyyim de bi çay içelim diyecektim. Kaç gündür buradayız çay may yapan olmadı.” Dedi Seko ve mutfağa gitti. “Sana başka kod ismi bulalım. Forever Kenya çok uzun.” Dedi Funda. “Bakarız.” Dedi Kenya. “Ben de Speranza. Gücümün adını bilmiyom. Duvarı itiyom böyle kırılıyo. İhtiyacım kadar itiyom.” Dedi Speranza. “Sigara içebiliyor muyuz?” diye sordu Kenya. “Elbet de.” Dedi Apokras. “Kanka bana da ver bi tane.” Dedi Speranza.
Forever ve Speranza birer sigara yaktılar. Bu sırada Seko elinde tepsiyle çayları getirdi. “Ooo çay sigara.” Dedi gülerek. Lithien Seko’ya baktı. “Deler.” Dedi.
Seko tepsiyi masaya koydu. Herkes bir çay aldı. Seko da bir sigara yaktı. Çayları içmek için herkes maskesini çıkardı. Apokras ve Lithien de aykırı görünmemek için çay almışlardı. “Bir Puro olsaydı ben de size eşlik edebilirdim.” Dedi Apokras. “Senin istediğin puro olsun.” Dedi Kenya. Birden ortadan kayboldu. Sonra Apokras’ın önünde belirdi. Elinde bir puro vardı. “Küba, Havana…” dedi Kenya. Apokras gülerek aldı puroyu. “Yarın ilk ses getirici işimize imzamızı atıyoruz.” Dedi. “Sama sama. Ben napacam yarın. N’olur ben de geleyim.” Dedi Funda. Apokras Lithien’e baktı. “Bunu getirme yarın.” Dedi fısıldayarak. “Plan ne patron.” Dedi Calamum. “Yarın Ahmar toplantı için kalesinden çıkacak. Deccal o sırada oraya operasyon düzenleyecek ve Ahmar’ın tılsımını çalacak. Biz de yarın Deccal’in tepesine çökeceğiz.
Biz Deccal’e giderken Funda Forever çetesinin eski mekanına gidecek ve büyük bir su çemberi çizecek. Sonra Forever Kenya’nın haber getirmesiyle önceden azat ettiği bütün iblisleri oraya çağırıp çembere hapsedecek. Talimatımla Calamum aynı sınıfında yaptığı gibi Deccal’in sağlam gözünün önüne bir çiviyi havada asılı tutacak. Seko yine benim talimatımla Deccal’i biz gidene kadar felç edecek. Ben tılsımı alıp Forever Kenya’ya vereceğim. O da tılsımın kopyasını çıkartıp bana getirecek. Asıl tılsımı da bana verecek. Sonra Cem Deccal’i hipnoz edip tüm yaşadıklarını unutturacak. Sonra Forever Kenya, Speranza’yı gittiğim yere ışınlayacak. Speranza gördüğü ilk duvarı yıkacak ve daha duvarın tozu dağılmadan ışınlanıp buraya geleceksiniz. Program böyle. Program bittikten sonra isteyenler Funda’nın yanına gidip iblisleri öldürebilir. İblislerin hepsi ölmeli.” Dedi Apokras. ******* Ahmar, toplantı için yanına iki komutanını aldı. Yola koyuldular. Bu sırada Ahmar’ın Deccal’e tahsis ettiği yüksek dereceli iblislerden biri kaleye geldi. Apokras, Ahmar’ı kandırıp Deccal’e iblis tahsis ettiğini kimseye söylememesini sağlamıştı. İblis kolaylıkla kaleye sızdı, tılsımı Ahmar’ın odasından alıp Deccal’e getirdi.
Bu sırada kapı açıldı içeri Seko girdi. Ardından Apokras ve diğerleri. “Senin Apokras’ın adamı olduğunu tahmin etmeliydim!” dedi Deccal. Sonra bağırdı “Buraya gelin lan baskın var!” Deccal’in yanı bir anda iblis doldu. “Kenya.” Dedi Apokras sakin bir şekilde. Kenya ortadan kayboldu. İblisler de ortadan kayboldu. Forever Kenya, Funda’ya talimatı vermişti ve Funda yakaladığı iblislerin hepsini su çemberine çekti. “Oha best lan. Ağa takılan balıklar gibiler.” “Neyse ben kaçar.” Dedi Kenya ve Tekrar Deccal’in mekanına geldi. “Tılsımı ver Deccal.” Dedi Apokras. “Tılsım şu anda bende. İstersem seni kendime itaat ettirebilirim değil mi?” dedi Deccal gülerek. “Seko.” Dedi Apokras. Deccal birden felç oldu. Aynı anı ikinci kez yaşıyordu. “Calamum.” Dedi Apokras. Calamum bir çivi çıkardı ve Deccal’in gözünün önünde havada asılı halde bıraktı. “Şimdi sağ kolunu Seko serbest bırakacak ve sen de bana tılsımı vereceksin. Aksi taktirde kehanettekinin tersine tek gözün değil iki gözün birden kör olur.” Dedi Apokras. “İki gözü kör olan ölü bir Deccal deler.” Dedi Seko gülerek. “Seko.” Dedi Apokras. Seko Deccal’in sağ elini serbest bıraktı. Deccal tılsımı çekmecesinden çıkardı ve Apokras’a uzattı. Apokras tılsımı aldı. “Apokras, Lithien, Zeban ve Theban’ı serbest bırakıyorum. Artık bu tılsıma bağlı değiller.” Dedi. Sonra tılsımı Kenya’ya uzattı. Kenya ortadan kayboldu. Cem, Kenya gelene kadar Deccal’i hipnoz etme işine başladı. Kenya kısa sürede tılsımın benzerini bulup bir ustaya götürüp rötuşlarını yaptırmıştı. Apokras tılsımı ve kopyasını aldı. Gülerek Seko’ya baktı. “Seko! COTA ne yapar?” “Deler.” “Delik deşik eder.” Dedi Speranza. “Kenya! İki yüze kadar say.” dedi Apokras.
Bu sırada Ahmar Şavlon’la buluşma yerine varmak üzereydi. Apokras, Ahmar’a yetişti. Beraber Şavlon’un malikanesine gittiler. Şavlon beklenildiği üzere haritayı Ahmar’a göstermişti. Apokras haritayı iyice inceledi. “Uzlaşma yok!” dedi Ahmar. “Neden?” dedi Şavlon. “Şaman olayından haberim var. Arkadan iş çeviren biriyle işbirliği yapmam ben.” “Yüz doksan sekiz.” Dedi Apokras. Şavlon ve Ahmar, Apokras’a döndü. “Yüz doksan dokuz.” “Ve bom.”
Birden giriş kapısının olduğu duvar yıkıldı ve “İhtiyacım kadar itiyom.” Diye bir ses duyuldu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Duvarın tozu dumanı dağılınca dumanın içinde bir silüet belirdi. Apokras… Duvarın yıkılmasından sonra hızlıca tozların arasına girmişti. “Apokras! Ne yapıyorsun sen!” dedi Ahmar. “Şşş.” Dedi Apokras. Ahmar neye uğradığını şaşırmıştı. Apokras sahte tılsımı havaya kaldırdı. “Seni Hain!” diye bağırdı Ahmar. “Şu konuşana bakın. Beni zindana tıktıran sen değil miydin?”
Tılsımı getirip Şavlon’a verdi. “Artık iblisler senin emrinde. Sana borcumu da ödemiş oldum. Hem de fazlasıyla.”
Sonra Ahmar’a döndü: “Bu arada COTA benim!” diyip ortadan kayboldu.
Şavlon, Ahmar’a baktı. “Eğer uzlaşmaya yanaşsaydın. Apokras’ı öldürür bu tılsımı da sana verirdim.” Dedi.
Ahmar yanında getirdiği iki komutanı tek parmak şıklatmasıyla öldürdü. “Al hepsi senin olsun. Ama bunların içinde Apokras bir tane yok. Hepsi Apokras!” diyip ortadan kayboldu. COTA ekibi de bütün çemberdeki iblisleri öldürmüştü. Deccal hipnoz edilmişti. Ortada hiç iz bırakılmamıştı ve şimdi yine toplantı yerindeydiler. “Artık özgürüz.” Dedi Lithien. “Evet kardeşim.” “Peki Şavlon’a neden sahte tılsımı verdin?” “İblislere Şavlon’a itaat etmeleri emrini verdim. Şavlon tılsımı gerçek sanıp savaş başlatacaktır. İblisleri birden geri çekince yüzünün alacağı ifadeyi tahmin bile edemiyorum.”
Masadaki herkes gülmeye başladı. Apokras Cem’e döndü. “Hipnozla unutulan bilgiler hatırlanabilir mi?” “Evet.” “Beni hipnoz edip bu gün gördüğüm haritayı çizdir.” Dedi Apokras. “Başüstüne.” “Bu sırada Seko yanına iki kişi alır ihtiyarı buraya getirir. Calamum da şu şekil değiştireni getirir.” Dedi.
BÖLÜM 14 AKURALAR VS COTA
Dörtyüz sene önce... Apokras yanında iki iblisle bir kasabaya geldi. Yanındakilerin adı Zeban ve Theban'dı. Zeban ve Theban, Apokras gibi düşünen iblislerdi. Apokras'ın yanında yetişmişlerdi. Apokras hem güçlü hem de zeki bir iblisti. Ahmar onu savaş alanlarından uzak tutuyordu. Deneyler yapması için de ona izin vermişti. Apokras ve yanında yetişenler, Ahmar'a bağlı oldukları için içten içe Ahmar'a kin güdüyorlardı. Apokras da kendi gibi özgür olmak isteyenler için bir proje hazırlığındaydı. "Buraya neden geldik efendim?" diye sordu Theban. "Sizleri ortadan kaybetmek için." "Nasıl yani?" dedi Zeban. "Bana güveniyor musunuz?" "Evet efendim." dedi ikisi de. Bu kasabadaki bir büyücünün yanına gelmişlerdi. Apokras, Zeban ve Theban'ı uyutmayı planlıyordu. Büyücü Apokras'a çalışan bir insandı. Yanında küçük bir çocuk vardı. "Bu kim diye?" sordu Apokras. "Oğlum efendim. Sizi çok seviyor." Büyücü Zeban ve Theban'a bir iksir şişesi uzattı. Zeban ve Theban iksiri içer içmez yere yığıldılar. "Kardeşlerimi evinin altına göm." dedi Apokras. Bu sırada küçük çocuğu izliyordu. Çocuk bir bir tezgaha oturmuş bıçak biliyordu. Sonra bilediği bıçaklardan birini aldı ve dışarı çıktı. Evlerinin yakınından uçan bir kuşa fırlattı. Bıçak kuşa saplandı ve yere düştü. Apokras, çocuğun yanına gitti. "Merhaba. Adın ne?" "Lithien efendim." "Bıçakları seviyor musun Lithien?" "Evet efendim." "Peki insan sevdiği şeyi kullanır mı?" Lithien biraz düşündü. "İnsan sevdiklerini kullanmaz efendim. Ama bu dostları için geçerli. Kullanılmamak için sevdiği şeyleri kullanmasında sakınca var mı?" Apokras tebessüm etti ve çocuğun başını okşadı. İçeri girdiler. Babası Zeban ve Theban'ı gömmüştü. "Efendim, onları neden öldürdünüz?" diye sordu çocuk. "Öldürmedim." dedi Apokras. O sırada Hanaklar mühür kırmak için kasabaya saldırdılar. Eve iki hanak girdi. Girer girmez büyücüyü öldürdüler. Apokras Hanakları çocuğu öldürmeden durdurdu. "Benimle gelmek ister misin Lithien?" "Evet efendim." "O zaman bundan sonra bana efendim deme." diyerek güldü Apokras. Çocukla beraber kasabayı terkettiler. Daha sonra Lithien'i Ahmar'a götürdü. Çocuktan etkilendiğini söyledi ve bir iblise dönüştürülmesini teklif etti. Apokras o zamanlarda Ahmar'ın en iyi adamıydı. Ahmar, Apokras'ın bu isteğini reddetmedi. Lithien, iblise dönüştükten sonra Apokras'ın yanından hiç ayrılmamıştı. Boş zamanlarında da dünyanın muhtelif yerlerini gezip bıçak topluyordu. Cübbesinin içi bıçak dolmuştu. Bir gün Apokras, Lithien'in odasına geldi. "Bir şey mi oldu?" "Evet, muhtemelen sürgüne gideceğim." "Ben de geleceğim." "İblis olduğun zaman Ahmar'a bağlanırsın. O ne isterse onu yapmak zorundasın." "Sana bir şey olursa ben ne yapacağım?" "Bana bir şey olmayacak." "Nerden biliyorsun? Her şeyin planını yapıyorsun değil mi?" Lithien sinirlenmişti. "Her şeyin değil Lithien. Her şeyin değil. Ama eninde sonunda kurtulacağım." "Söz mü?" "Söz." Bu konuşmanın ardından Apokras yakalanacağı bir göreve gönderilmişti ve akuralar tarafından ele geçirilmişti. Lithien ise Apokras'ın yakın adamı olduğundan dolayı ihanet etme ihtimali ortadan kalksın diye tasfiye edilmişti. Düşük rütbeli, güçsüz bir iblisti. Apokras'tan haber gelene kadar dikkat çekmemek istiyordu. Büyü ile uğraşan insanlarla uğraşmaya karar vermişti. Babası büyücü olduğu için bu işlere aşinaydı. "Büyü ile uğraşan insanlar genelde iblislerle anlaşırlar. Eğer alanlarında uzman değillerse anlaşma yapan iblis, insanların ruhlarıyla beslenme şansına sahip olur. Bir iblis ne kadar hayatı mahvederse derecesi o kadar artar. Babama çocukken büyü yapmayacağıma söz vermiştim. Ama büyü yapanlarla anlaşma yapmayacağıma söz vermedim." Yaklaşık üç yüz sene sonra dünya genelinde mühürlerin kırılmasını önlemek amacıyla teşkilatlanma başladı. Lithien bu karmaşayı fırsat bilerek dikkat çekmeden devredicilerin izini sürdü. Devredicileri bulduktan sonra takip etti. Apokras'ın ne zaman ortaya çıkacağını bilmediği için bulduğu devredicilerin ölümlerini bile kontrol etti. Dünya üzerindeki her hastaneye ulaşabileceği bir ağ kurdu. İstediği zaman, hastanelerde doğan çocuklara ulaşabiliyordu. Bu da ölen devredicilerin zamanını ayarlayıp o özelliği hastanelerde o anda doğan bir çocuğa geçirmesine imkan sağladı. Büyük oranda başardı. Gözlemleri sonucu büyük bir çalışma hazırlamıştı. Apokras'ın bu konu hakkında konuştuğunu duymuştu. Apokras'ın mekanlarına gidip araştırma yaptı. "Demek devredicilerin güçleri herkesin üzerinde etkili. Apokras'sa onlardan etkilenmemek için onların ruhlarıyla beslenmiş. Apokras ortaya çıkana kadar hem devredicilerden beslenmeliyim hem de onları her an hazırda tutmalıyım." Lithien bulduğu devredicilerle irtibata geçti. Onlarla anlaşma yapıp bir kaç istediklerini yerine getirdi. Daha sonra onlarla beslendi. Bazıları Lithien'i görünce direkt savaşmak istemişti. Güçleri Lithien'in üstünde işe yaramadığı için Lithien tarafından kolayca öldürülüyorlardı. Ama bu plansız ölümleri Lithien'in bazı devredicilerin izini kaybetmesine neden oluyordu. 100 sene sonra. Lithien şehirdışında apartmanların olduğu bir yerde. Seko'yu takip ediyor. "Elektrik devredicisi." Gece olunca Seko dışarı çıktı. Gücünü kullanarak kedileri öldürüyordu. Lithien de onunla beslenmeyi düşünüyordu. Vefrak'ın sesiyle kendine geldi. "Hey! Sen babasını öldürdüğüm çocuk değil misin?" Lithien uzun bıçaklarından birini çıkardı. "Öyleysem ne olmuş?" "Sakin ol. Beni sana Apokras yolladı. Bu gün serbest kaldı ve seninle görüşmek istiyor. Hem bir hanakı bıçakla mı öldüreceksin?" "Bir daha karşıma bu üslupla çıkarsan seni keskin bir şeyle öldürmem."

Günümüz... Ahmar, tılsımını kaybedince dengeleri biraz değiştirmek için akuraların çoğunlukta olduğu bir yere gitti. Akuralardan biri Ahmar'a baktı. "Canına mı susadın sen?" "Eğer bir şeye susadıysam burdan başka nereye gidebilirim ki? Etraf suyla kaynıyor." "Burda hiç bir suyun kaynadığı yok!" dedi başka bir akura. "Kaynatırız." dedi Ahmar. Birden heryeri alev aldı. Akuralar çığlıklar içinde ölmeye başladılar. Ahmar işini bitirdiğinde içlerinde en güçlü olan sağ kalmıştı. "Buraya neden geldin?" "Azrak'la görüşmek istiyorum. Kendisine ilet." Akura ortadan kayboldu ve bir kaç dakika beklemeden sonra Azrak geldi. Kızıl saçları beline kadar uzanan. Üstünde siyah pardesü olan ve vücudunun görünen heryerinden mavi dövmeler fışkıran bir adam. "Kimleri görüyorum. Ateş'in efendisi bize teşrif etmiş..." "Ateş'in herhangi bir efendiye ihtiyacı yok. Kontrol edebilirsen senindir. Edemezsen yanarsın." "Anlaşılan sen edemedin ve yanmaktan korkuyorsun." "Eğer birilerinin seni yakmasından korkuyorsan herkesin üzerine benzin dökersin." "Tamam anladık. Bir şeyler yumurtlamaya geldin." "Böyle davranırsan sende omlet yapacak malzeme olmadığını düşünürüm ve sana yumurta vermem." "Ahmar... Şu anda zavallı bir şeytansın. Tıpkı kıyamet gününde olacağın gibi çaresizsin." "Cennetten kovulduğumda tektim. Şimdi de tekim. Tek kalmadım. Yine tek kalmam. Eğer sen Asvat'la alakalı bir şeyler öğrenmek istemiyorsan keyfin bilir." dedi ve sırtını dönüp yavaşça yürümeye başladı. "Bekle... İsteğini söyle." "Asker." "Emrine akura vermemi mi istiyorsun?" "Apokras'ı öldürene kadar." "Hiç bir bilgi bana bunu yaptıramaz." dedi Azrak. "Bana büyük konuştun diye cennetten kovuldun diyip duruyorsunuz. Ama siz de büyük konuşuyorsunuz. Hiç biriniz benden farklı değilsiniz. Hiç biriniz ben daha az kibirli değilsiniz. Şu insan ırkına bak. Milyarlarca insan. Hepsi kendini çok önemli hissediyor. Hiç bir şeyden haberleri olmadıkları halde dünyanın efendisi gibi davranıyorlar. Ama ne yazık ki hepsi aciz. Ve ne yazık ki yalnızca aciz olduklarını bilenler benden üstün." "Eğer sen aciz olduğunu kabul etsen kimden üstün olurdun acaba?" "Bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Emrime asker verecek misin?" "Bilgiyi paylaşırsın hoşuma giderse düşünürüm." "Her ırkın bir kalesi olduğunu biliyorsun." "Evet." "Hiç düşündün mü Asvat serbest kalırsa ne olur?" "Düşünmedim. Çünkü öyle bir şey olmayacak." "Eğer ben engellemeseydim çoktan olmuştu." "Nasıl?" "Bağıl mühürlerin listesinin yarısı nasıl Şahbazların eline geçti sanıyorsun?" "Sen mi verdin?" "Evet. Çünkü Asvat'ın çıkması benim için iyi değil. Benim davam insanlardan üstün olduğumu kanıtlamak. Şavlon'un davası Asvat'ı kurtarmak. Benim ordumun onun eline geçmesi sizin için de iyi olmadı." "Şavlon sana boşuna hain demiyor." diyerek güldü Azrak. "Güldürme beni. Sen de benimle aynısın. Melekleri kıskandığını herkes biliyor. Ama asıl mesele bu değil. Asvat çıkarsa öldürülmesinin bir yolu var." Ahmar, Azrak'a Asvat hakkında bilinmeyen bir kaç şey anlattı. Azrak da Ahmar'ın emrine elli akura verdi. Askerlerin hepsi Ahmar'ın önündeydi. "Gördüğünüz her devrediciyi öldürün! Üstlerine de 'Ahmar geri döndü.' yazan bir not bırakın."

Seko, Cem ve Forever; ihtiyarı COTA karargahına getirmek için yola çıkmışlardı. İhtiyarı sakladığı yerden çıkardı Seko. O sırada dört akura geldi. "İlk günden üç devredici. Fena değil." dedi içlerinden biri. "Beyler. Bunlar akura galiba." dedi Cem. Forever birden yanlarında belirdi. Elleriyle ikisinin omzundan tuttu ve ışınlandı. Sonra tekrar geldi. "Nereye götürdün adamları?" diye sordu Seko. "Etna'ya." "Deler." dedi Seko gülerek. "Ben destek çağırmaya gidiyorum." dedi Forever. Ve ışınlandı. Daha sonra akuralardan biri yanındakinin karnına elini soktu. Bir kaç organ çıkardı. "Olum bunların hepsi insan bedeni kullanıyor lan. Bir de iyi safta olacaklar." dedi Seko. Daha sonra aynı akura, diğerini parçalayarak öldürdü. Seko gülüyordu. "Nasıl? Lithien gibi parça parça ettirdim." dedi. "Hacı hipnoz mu etsek sorgulamak için?" dedi Cem. "Olur. Ama hipnoz için sana güvenmesi gerekmez mi?" "Kafasına bir elektro şok verirsin. Kısa süreli hafıza kaybı yaşar. O sırada ben güvenini kazanırım onun." Cem'in dediği gibi yaptılar. Hayatta kalan akura hipnoz edildi. Sonra Forever yanında COTA üyeleriyle geldi. Bir tek Calamum yoktu. O şekil değiştirenle buluşmaya gitmişti. Apokras buranın güvenli olduğunu görünce: "Cem ve Lithien hariç herkes Calamum'a desteğe gitsin. Olabildiğince dövüşten kaçın. Akuralar Hanaklara veya iblislere benzemez. Size bir şey olmasını istemem. Calamum ve Şekil değiştireni alın karargaha geçin." dedi. "Kim gönderdi seni?" diye sordu Apokras akuraya. "Ahmar." "Ahmar'la sizin ne alakanız var?" "Ahmar, Efendi Azrak'la anlaştı." "Ben bu haberi Şavlon'a götüreyim." dedi Lithien gülerek. "Kaç askeri var Ahmar'ın?" "Elli akura. Üçünü öldürdünüz kırk yedi kaldı." "Size ne emredildi?" "Gördüğünüz devrediciyi öldürün. Ve 'Ahmar geri döndü.' yazan bir not bırakın." Apokras Cem'e döndü. "Uyuyan ajanlar teorisini biliyor musun?" "Evet, insanları hipnoz ederek ajan yapma." "İşte o benim teorim. Teori mi değil mi öğrenmemizin zamanı geldi. Derin hipnoza geç." Cem akuraya baktı. "Şimdi daha da derinlere ineceğiz. Doğduğun ana kadar in. İndin mi?" "İndim." dedi Akura fısıldayarak. "Her şeyi unut." dedi Apokras. "Peki." diye fısıldadı. "Sen aslında akura değilsin. Akuraların arasına gönderilmiş bir ajansın. Son görevin de Ahmar'ı öldürmek." dedi Apokras. "Ahmar'ı öldürmek." "Ama önce bir görevin daha var. Ahmar'ın ordusunu dağıtmak. Diğer akuraların hepsini iz bırakmadan öldüreceksin. Özellikle de bize yaklaşma ihtimali olan akuraları. Eğer ifşa olursan Ahmar'ı öldürme girişiminde bulun ve 'Efendi Azrak'ın selamı var.' de." "Peki."

Calamum, şekil değiştirenle buluşmuştu. Şekil değiştiren yine Calamum'un kılığındaydı. O sırada on akura geldi. Hemen ardından da Forever ve beraberindeki COTA üyeleri. "Noluyo lan burda? Tek mi Zannettiniz siz çocukları?" dedi Seko sinirli bir şekilde. "Görünüşe göre çiftler aga. Baksana ikisi de aynı." dedi Forever. "Ne kadar devredici o kadar övgü." dedi akuralardan biri. "Ee kim dövüşecek?" diye sordu Astra. "Bunlar çok az lan. Hemen biterler." dedi Speranza. O sırada beş akura daha geldi. "Şom ağzımı açıyom böyle. Akuralar geliyo. İhtiyacımız kadar geliyo." diye ekledi. "Aşağı yukarı aynı sayıdayız. Varsa kendine güvenen tek tek dövüşelim." dedi Calamum. "Bizim için farketmez." dedi aynı akura. "Sen bu grubun lideri misin?" diye sordu Astra. "Evet." Lider olan akura öne çıktı. Funda da öne çıktı. "Şimdi trip atarak bitirecek akuranın işini." dedi Forever. Diğer herkes güldü.
Funda akuranın ordaki yerçekimini 200 kat arttırdı. Akura birden yere çakıldı, param parça oldu. "Bi de lider olacak, ezik." diyerek yerine döndü. "Lidere bak epik tek yedi." diye güldü Seko. Sonra Seko öne çıktı. "İntihar etmek isteyen var mı?"
Akuralardan iri yarı biri öne çıktı. "Senin gibi bir cılızın karşısına çıkmak intihar sayılmaz."
Sonra akura kendi boğazını sıkmaya başladı. Boğulup öldü. "Deler." dedi Seko gülerek. Sonra yerine geçti.
Calamum'undu sıra "Kalemine güvenen var mı?"
Bir akura daha çıktı öne. Calamum çivilerini çıkarıp fırlattı. Çiviler akuraya yaklaşırken akura su formuna dönüştü ve çiviler içinden geçti. "Ne oldu?" diye güldü akura. "Şimdi kılıcımı kullanmıştım. Kalemimi değil." dedi Calamum. Çivileri tekrar fırlattı. Akura su formuna dönüştü. Bu sefer Calamum toprak da kullanmıştı. Etraftaki tüm topraklar akuranın bedenine girdi. Akura tekrar insan formuna dönüştü. "Saldırıların bittiyse ben başlıyorum izninle." dedi akura. O anda param parça oldu. "İçinde benim kontrol edebildiğim bir şey varsa, hayatın da kontrolüm altında demektir."
Speranza öne çıktı. "Bana iki tane gelsin."
İki tane ızbandut gibi akura öne çıktı. Speranza hemen yanlarında bulunan terkedilmiş evin duvarını kırıp içine kaçtı. Peşi sıra da iki akura onu kovalamak için eve girdi. Bir kaç saniye beklemeden sonra yer titremeye başladı ve ev yıkıldı. "Speranza!" diye bağırdı Astra. "O y.vşağa bir şey olmaz." dedi Forever gülerek.
Sonra yıkılmış evin molozlarının arasından Speranza çıktı. "Kanka öyle deme yüz buluyorlar sonra."
Forever
"Benim rakibim kim ya da kimler?" diye sordu. "Ben!" dedi başka bir akura. "Hiç yanar dağ gördün mü?" diye sordu Forever. "Deler." Dedi Seko. "Görmedim ne olacak şimdi?" "Görmeye hazırlan." dedi Forever. Akuraya doğru koşmaya başladı. Akura da ona koşuyordu. İkisi de yumruklarını kaldırmışlardı. Tam yumruklar tokuşurken kayboldular. Sonra Forever tekrar arkadaşlarının yanında belirdi. "Niye öyle yaptın? Adamın yanına ışınlanıp ordan ışınlansaydınız ya." dedi Seko. "Şimdi sadece üç hakkım kaldı. Lazım olur belki. Yarım saatte en fazla 11 kere ışınlanabiliyorum." "Yeter tek tek gelme yok! Saldırın!" dedi bir akura. Akuraların hepsi COTA ekibine koşmaya başladı. Speranza da akuralara koşmaya başladı.
Forever, Speranza hariç herkesi alıp karargaha ışınlandı. "Gelin lan gelin." diye koşuyordu Speranza.
Birbirlerine iyice yaklaştılar. Tam akuralarla çarpışacakken arkasında forever belirdi Speranza'nın. Omzundan tuttu. "Gel lan y.vşak." diyerek onu da karargaha götürdü. Karargahta toplantı başlamıştı. "Düşmanımızın elli akurası varmış. Üçü Kenya ve Seko tarafından öldürüldü. Biri bizim ajanımız. Geriye kırkaltı tane kaldı." "Altı tanesi daha postu deldirdi." dedi Astra. "Dövüştünüz mü?" "Dövüş sayılmaz patron. Çizik bile almadık." dedi Calamum. "İyi yapmışsınız." dedi Apokras. "Biraz dinlenin, kırk akura daha var." dedi Lithien. "Özgür kalınca ağzı açıldı bunun da." Diye güldü Seko. "Seko." dedi Lithien. "Delerim."
Herkes kaynaşmıştı. Kahkahalar havada uçuşuyordu. Funda'yı bile aralarına almışlardı.
BÖLÜM 15 SAVAŞ ÇANLARI
KİT ekibi tekrar dünyaya geldiler. Gece vakti… "Oğlum kaç gündür diğer taraftayız üç dört gün filan geçmiş." dedi Kabil. Diğer tarafta kaldıkları süre boyunca bütün olanları öğrenmişlerdi. "Görevimiz ne?" diye sordu Tunç. "Şaman'ın uyandırılmasını önlemekmiş." Dedi Habil. "Kim uyandırmaya çalışıyormuş ki?" dedi Kabil. "Kim uyandırmaya çalışıyor sorusu bizi bir sürü düşmanla karşılaştırır. Uyandırmak isteyenleri bulup öldürmeye gücümüz de yetmez zaten. Şaman'ın yerini bilen kişileri bilmek daha iyi bir seçim olur." "Tamam uzatma Cem. Kim biliyormuş?" dedi Kabil. "Can Dede." Bir telefon kulübesine gitti Habil. Merkezi aradı. Biraz konuştu. Sonra sinirlenip telefonun ahizesini kulübenin camına fırlattı. “N’oldu lan?” diye sordu Kabil. “Kaçırılmış.” “E ne yapacaz şimdi?” “Arif’e çökelim.” Dedi Kabil. “Arif’e çökemeyiz.” Dedi Cem. “Neden bizi o satmadı mı?” Dedi Tunç. “Hayır, biz onun sayesinde kurtulduk.” “Nasıl onun sayesinde?” diye sordu Habil. “Kurtulduğumuz günü hatırlayın. Fabrikadaki su çemberlerini toplatmadan gitti Arif. Biz de o çemberler sayesinde kaçtık. Eğer Arif ölmemizi isteseydi çemberleri bozup öyle giderdi.” “Ne yani çift taraflı mı çalışıyor sence?” “Mantıksız mı?” diye sordu Cem. “Ne güzel işte gidelim Arif’e çökelim. Böylece başkaları da bizim gibi düşünüyorsa şüpheleri ortadan kalkmış olur.” Dedi Kabil. “Eğer Şavlon, Ahmar veya Deccal bir şeyden şüphelenirse şüpheleri hiçbir zaman tam anlamıyla kalkmayacaktır. Arif’i takip eden birilerinin olduğuna eminim. Eğer Arif’le bağlantı kurarsak biz de takip ediliriz.” Dedi Cem. “Kime çökecez o zaman?” diye sinirlendi Kabil. “Bu da spatir olduktan sonra pek bi asabileşti.” Diyerek güldü Habil. “Senin işin kolay tabi. Uzaktan sık okunu, yak sigaranı.” Dedi Kabil.
Sonra herkes durdu. “Sigara!”
Koşarak bir tekel bayisine girdiler. Bir paket sigara aldılar. Hepsi bir tane sigara yaktı. “Dünya varmış.” Dedi Kabil.
Bir kaldırıma dizildiler. “Apaçilere benzedik.” Dedi Kabil. “Planımız ne?” diye sordu Tunç. “KİT’e gidemeyiz. Kim kime çalışıyor belli değil. Arif’e gidemeyiz, izleniyordur. Eğitim alanına gidemeyiz, izleniyordur.” “İzlenirse izlensin, çıkartısın tahta kılıcını. Doğrarsın herkesi.” Diyerek güldü Kabil. “Deccal’e gidelim.” Dedi Tunç. “Deccal’e gelen vurmuş giden vurmuş oğlum. Adamın bize atarlanacağı tutarsa ne olacak?” dedi Kabil. “Bir şey olmaz. Çıkartırım tahta kılıcımı. Doğrarım herkesi.” Dedi Cem gülerek. “O zaman ilk hedefimiz Deccal.”

*******
Apokras, karargahta şekil değiştirenle birlikte özel bir görüşmedeydi. “Arif’i takip ettin mi?” “Özgür müsünüz efendim?” “Evet, özgürüm.” “Takip ettim. Gizli bir geçitten başka bir aleme geçti.” “Tam da tahmin ettiğim gibi. Şahbazlara mı gitti?” “Evet efendim.” “Sen yerin haritasını çıkar bana ver. Sonrasında dinlen biraz.” “Emredersiniz.” Daha sonra Apokras, Cem ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmede önce kendisini hipnoz ettirip Batık Sarnıç Zindanı’nın haritasını çizdi. Sonra beraber ihtiyarın bulunduğu sorgu odasına geldiler. “Konuş!” “Ne konuşayım be!” dedi Can Dede. “Şaman nerde gömülü?” “Ulan onun yerini sizin gibi d.mbüklere söyler miyim ben?” “Ne aksi bir ihtiyar böyle!” dedi Apokras.” “Aksi maksi idare edecen d.mbük! Ben KİT’e girmeden önce bana 5 sene işkence yaptılar konuşmadım. Üç gündür beni burada aç susuz bırakıyorsun diye sana mı konuşacam.” “Herkes kırılır. Yeter ki basınç yapacağın noktayı doğru seç.” “Nereme bastırırsan bastır!” “Şu Cem denen velet.” “Efendim.” Dedi Cem. “Sen değil. KİT’teki Cem.” dedi Apokras. “Ne olmuş ona?” dedi Can Dede. “Diğer ekip arkadaşlarıyla dünyamıza giriş yapmış.” “Eee bana ne bundan!” “Ne demek sana ne? Seni kurtarmaya geliyorlarmış. Önce Deccal’e gidecekler. Orda ölmezlerse onları buraya getireceğim.” “Getirirsen getir bana ne lan d.mbük!” “Sen benim kim olduğumu biliyorsun değil mi?” “Kimsen kimsin umurumda değil.” “O zaman kendimi tanıtmama izin ver. Ben Apokras. İblislerin iblisi. Ateş Irkının kalesi! Ahmar’ı tılsımsız bırakan kişi. Daha başka icraatlarım var da onları söylemem spoiler olur.”
Can Dede birden sessizleşti. “Sen serbest mi kaldın?” “Yip.” “Sen Ahmar’ı tılsımsız mı bıraktın?” “Yip.” “Sen Ateş ırkının kalesi misin?” “Yip. Ama daha ilginç olan bir şey daha var.” “Ne?” dedi sakin bir şekilde Can Dede. “Cem de insan ırkının kalesi.” “Ne?” “Meleklerin kalesi ortada yok. Hanakların kalesi Berk. Akuraların kalesi Umut. İblislerin kalesi ben! Ve insanların kalesi benim elime geçecek az sonra. Şimdi korkuyor musun benden yoksa hala d.mbük müyüm?” “Ben bile acayip tırstım. Bizim başkan neymiş böyle?” diye düşündü Cem. “Korkuyorum. Şaman’ın yerini söyleyeceğim yeter ki Cem’i serbest bırak.” “Şaman’ın yerini öğrenmeyi istemekten vazgeçtim.” Dedi Apokras. “Ne olursun Cem’i öldürme!” diye yalvarmaya başladı Can Dede. “Yanlış anladın. Onları biraz korkutup, seni de onlara verip serbest bırakacağım. Merak etme kimsenin canı yanmayacak. Tabii sen benim sorularıma cevap verebilirsen.” “Tamam.” “Benim örgütümdekiler genelde devrediciler ve güçleri biraz sınırlı.” “Onların gücünü arttıramam ama nasıl arttıracaklarını söyleyebilirim.” “Cem, not al.” Dedi Apokras. “Tamam.” Dedi Cem. “Bir adamım 50m çapındaki herkesi elektrik gücüyle kontrol edebiliyor. Menzili nasıl artar?” “Bunları daha önceden söylemiştim.” Dedi Can Dede. “Fazla işe yaradığı söylenemez. Ben ordum yenilmesin istiyorum.” “Bunu sadece Şahbazlar yapabilir.” “Hangisi?” “Venemed.” “Şu zehirle uğraşan.” “Evet.” “Cem!” “Efendim.” “İhtiyarı hipnoz et. Bize Ziriumların şehrine giden bir harita çıkarsın. Uyandığındaysa bu bilgiyi bize verdiğini hatırlamasın.” “Tamam.”
Apokras, sorgu odasından çıktı ve toplantı odasına yöneldi. COTA üyelerinin hepsi karargahın farklı yerlerindeydiler. Seko, Forever ve Speranza; gömmeli batak oynuyorlardı. Yanlarında bir demlik çay vardı ve sigaraların birini yakıp diğerini söndürüyorlardı. Apokras gelip yanlarına oturdu. Oyunun hararetinden fark etmemişlerdi bile. Speranza her zaman olduğu gibi yeniliyordu. “İkimi alırım köşeme çekilirim ben. Ne ihaleye girerim ne de bişe yaparım. İkimi alırım çekilirim.” Diyordu. “Şeytanınız bol olsun.” Dedi Apokras. “Senden iyi şeytan mı olur patron.” Dedi Seko. “Lithien var ya.” Dedi Apokras. Apokras öyle diyince Seko’nun gözleri Lithien’i aradı. Birden Seko’nun sigarası ikiye bölündü. Karşısında Lithien vardı. “Bana bıçağımı kullandırtma Seko.” Dedi Lithien soğuk kanlı bir sesle. “Bu Lithien de korku filminden çıkmış gibi. Elinde ha bire bıçakla geziyor bişeler kesiyor. Korku filminde gibi hissediyorum kendimi. Önce şişmanlar ve gözlüklüler geyiği geliyor aklıma. Allah’tan Funda ve Speranza şişman da. Sıra bana gelene kadar kaçarım.” Diye düşündü Seko. “Kaçamazsın.” Dedi Lithien. “Aklımı mı okuyon sen? Patron hani güçlerimizi birbirimiz üstünde kullanmıyorduk. Adam aklımı okuyor.” Diye şikayet etti Seko. “Ban pls.” Dedi Forever. “Benim akıl okuma gücüm yok. Senin yüzünden belli oldu ne düşündüğün.” Dedi Lithien. “Tamam yeter.” Dedi Apokras. “Forever. Dört kişi var. Onları toplantı odasına getireceksin. Şu an Deccal’in oraya baskına gidiyor olmalılar. Uzaktan seyret. Deccal’in adamlarının işlerini bitirip Deccal’i sorguya çekmek isteyecekler. Biraz Deccal’in adamlarıyla savaşsınlar. Yorulsunlar öyle getir. “Tamam.” Dedi Forever ve gözden kayboldu. “Speranza.” “Evet?” “Diğer herkesi toplantı odasına toplayın. Rakibiniz bu sefer güçlü olabilir.” Kabil, Tunç ve Cem; Deccal’in ofisine gelmişlerdi. Hepsi silahlarını çıkardı ve önüne geleni öldüre öldüre Deccal’in odasına doğru gidiyorlardı. Habil’se dışarıda pusuya yatmıştı. Aynı zamanda arkadaşlarını izliyordu. Arkadaşları birer birer ortadan kaybolmaya başladı. Habil ayağa kalktı ve içeri doğru baktı. Hareketler bitmişti. Koşmaya başladı. “Kabil!” “Cem!” “Tunç!” “Ölmeyin lan!”
Sonra birden kendini arkadaşlarının yanında buldu. COTA karargahı toplantı odasında. Karşılarında bir sürü maskeli adam vardı.

“Bu maskeliler kim lan? Mason mu yoksa bu s.ktiklerim?” diye sordu Kabil. “Ne bilim oğlum. Biraz ürkünçler.” Dedi Tunç. “Savaşacaz mı?” dedi Kabil. “Anlaşmadan savaşmak doğru olmaz.” Dedi Habil. Maskelilerden biri sandalyede oturuyordu. Geri kalanlarsa onun arkasında ayaktaydı. Sandalyede oturan söze girdi. “Ben Apokras.” “Şimdi Apo bey, bizim sizle bi sorunumuz yok.” Dedi Tunç. Lithien bıçağını çekti. “Apo değil, Apokras diyeceksin.” Dedi. Kabil, Tunç’a sert sert baktı. “Bizi öldürteceksin oğlum sus iki dakka.” “Sizi buraya getirmemin sebebi aradığınız şey bende.” “Neyi arıyormuşuz?” dedi Kabil. “Can dedenizi. Çok aksi biri ama ehlileştirdim.” “Ne yaptın ona?” diye sordu Cem. “Benim karşımda durmadan konuşmanızı tavsiye etmem. Sadece dinleyin yoksa dedenize verdiğim sözü tutmam ve hepinizi gebertirim.” Dedi Apokras. “Peki” dedi Habil. “Şaman’ın yerinin bulunması benim de işime gelmez. O yüzden yerini kendim bile öğrenmedim. İkincisi Şahbazlara gittiğiniz zaman söyleyin savaşa hazırlıklı olsunlar. Şavlon’la Ahmar’ın ordusu birleşti. Üçüncüsü Azrak’a söyleyin Ahmar’la işbirliği yapmasın.” “Ne?” dedi Cem. “Sen Sientum’a böyle söyle.” Dedi Apokras. Ve Forever’a işaret etti. Forever, ışınlanıp Can Dede’yi getirdi. İkinci ışınlanmasında hepsini Karargahtan ışınladı.

“Ne yapacağız?” diye sordu Lithien. “Şavlon’a şahbazların yerini vereceğiz. Şahbazlar, Şavlon’la savaşırken ben de Forever’la Venemedin kütüphanesini ziyaret edeceğim.”

Similar Documents

Free Essay

Power of Story

...I have to admit, going shopping for books can definitely be entertaining, but I must also confess that when it comes to buying books, I am a little bias toward novels with pretty pictures on the cover. Maybe it is because in today’s society we are taught to judge everything by appearance, but maybe it is really because growing up my dad read me books with lots of colorful images before bedtime and usually the prettier the pictures in the story the better it was. In books for younger kids most books contain extravagant images accompanied by a few simple words. The artist’s job for children’s books is, in my opinion, is more important than the author’s. I relied on the artist to tell the story, like Mozart relied solely on music to get across his story. When I started to move on to chapter books such as the Cam Jansen series, I would flip through the book, letting the pages fly underneath my thumb, and be disappointed at the lack of color. Not a single picture appeared. I thought that it was the worst thing in the world because it meant from then on I would be forced to read dull pages. Contrary to my initial thoughts, when I cracked open that first book I was unable to put it down until I finished. I was amazed at how I had just seen into another person’s mind and lived with a different identity for that hour. I was no longer Sam Maxwell, I was Cam Jansen the crime solver. I had my own private movie showing in my head. I read lots of Cam Jansen books following the first one and...

Words: 1579 - Pages: 7

Free Essay

Short Stories

...Spring Semester, Unit 1 Common Assessment MWJH Seventh Grade Language Arts Instructions: For questions 1-16, read O. Henry’s “After Twenty Years” beginning on page 324 in the blue Prentice Hall literature book. 1. From which perspective does the narrator tell this story? A. First person B. Third person limited C. Third person omniscient D. Third person objective 2. Which of the following choices best describes how a reader can determine the narrator’s perspective in this story? A. The story features such pronouns as I, me, my, etc., and the narrator is a character. B. The story features such pronouns as he, she, they, them, etc. The narrator is not a character and only follows the thoughts and feelings of one character. C. The story features such pronouns as he, she, they, them, etc. The narrator is not a character and is apparently able to follow the thoughts and feelings of all characters. D. The story features such pronouns as he, she, they, them, etc. The narrator is not a character and only tells the events of the story through action and dialogue—no thoughts and feelings from the characters. 3. Which of the following choices features the type of figurative language that is used in the first sentence of “After Twenty Years”? A. idiom B. metaphor C. simile D. personification 4. Which of the following choices best describes the imagery produced by the figurative language and narration within the first few sentences...

Words: 2025 - Pages: 9

Free Essay

Story

...short stories, 250 words long look up, look to the sides, just don’t look at the reflection in the bar mirror She’s a red dress and thick rimmed glasses and all sorts of wit and intelligence in conversation. Next to her is a man that’s just a little more dim witted and a flannel shirt that was pressed just slightly too recently. And all around them are duplicates; replicants- people that are acquaintances or soon to be fair weather friends. All around them are life paths that they were one butterfly away from taking. The woman in the red dress is yawning now- opening her mouth so wide people near her can see the fills in her molars- but she doesn’t yawn consciously. She is uncouth without even giving a thought to it. She is feeling tired. More importantly, she’s feeling hungry- trying to eat in all the air that is around to prove to herself that her heart still beats and it’s not all just a dream. Among all of the people by the bar there is color- various colors- some bright, some subdued and pastel. The coloring of their clothing tell stories that are alike in their uniqueness. She lays one hand on the bar and shakes her head. He looks at her, concerned, and asks what’s wrong. “Nothing,” she lies. “Are you sure?” he asks. “Yes. Let’s dance.” She takes his hand out of his pocket, lifts him away from the bar, and they sway back and forth, back and forth, until all the notes blend into one beat. Until she can create the illusion...

Words: 292 - Pages: 2

Premium Essay

Story

...the message in the story. The waiting room can be a symbol of purgatory for some. “The doctor’s waiting room, which was very small was almost full when the Turpins entered and Mrs.Turpin, who was very large in her presence” (revelation 191) If O’connor would not have put in the story wouldn’t have as much meaning “it takes every word in the story to say what the meaning is.” (O’Connor 334) This critic being O’connor herself, implies it takes everything necessary to establish the meaning in the story. Without the waiting room Mrs.Turpin revelation would not have been a reality. The key to the waiting room is when Mary Grace throws the book at Mrs.Turpin, another example of symbolism. “The book struck her directly over her left eye.”(206) It is with this act that helps Mrs. Turpin achieve her revelation. The throwing of the book is seen as symbolism because that violent act opens the eyes of Mrs.Turpin. “the short story requires more drastic procedures then the novel because more has to be accomplished in less space.”(333) This critic feels this act of symbolism must be drastic enough because it will be the only thing capable of showing the error of her ways. It was essential that the book was thrown, Mrs.Turnpin being how full of herself as she was, because the violence was the only way it would be the only way to get her revelation. What Mrs.Turpin dialogue is key, without her smug talk there would be no story. She degrades many people in the story, and she constantly...

Words: 400 - Pages: 2

Free Essay

Stories and Consequences of War

...joining the army. There are two stories that help to explain what exactly you do in the army and the effects it has on you. One of the stories is "Soldier's Home" by Ernest Hemingway and the other one is "How to Tell a True War Story" by Tim O'Brien. Both stories have similarities and differences. They are told from different points of view and different situations. “Soldier’s Home” is mainly about a boy named Krebs. Krebs is a boy who enlisted in the Marines in 1917 and did not went back home until summer 1919. I think that Krebs is the way he is because he went away to war without being fully mature. He ended up growing up while in the war, away from his family and everyone he loved. He came home from war so much later because he did not want to face the changes that have happened in his town. I think he was scare to come home because war also changed his way of thinking. Krebs does not get involved with women once he's home because he does not want to work to get a girl. He thinks that American girls are too complicated and that he needs to go through many things to get one of them. He got used to the way European women were because without you talking to them, they would become your friend. Now, thanks to his mother's advice, he is thinking of becoming successful in live. Things like getting a job are rounding his mind. “How to Tell a True War Story” is about O’Brien’s own experience as a soldier and a story his friend told him. The story is mainly about things that happened...

Words: 631 - Pages: 3

Premium Essay

The Story of the

...The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The The...

Words: 265 - Pages: 2

Premium Essay

How Theme Shapes a Story

...Theme Shapes a Story By Trina Carr English 125 Instructor: Clifton Edwards Running Head: Theme page 1 Like many people who haven’t studied literature, if someone asked me what the theme of a story was, I would have given a synopsis of the story detailing the actions and characters in it. As I have come to learn, theme is much more than a distilled retelling of a story. Theme gives a story a deeper meaning. The theme focuses the story and is the behind the scenes force that propels the story forward. In other words it gives the story purpose and shape. “Theme will attempt to hold all the elements of your story in place. It is like a cup. A vessel. A goblet”(Bain, T 2010). In this paper will attempt to explore how literary elements like symbolism and character build and affect the narrative of theme in a story. One element of a story’s theme is symbolism. Symbolism according to our text is something that has a literal identity but also stands for something else (Clugston, R 2010). For an example the five interlocking ring of the Olympic symbol. Clearly they can be identified as ring, but when they are colored blue, yellow, black, green and red, they become much more. They are a symbol of the pinicle of atheletic compition and excellence. Symbolism in literature gives the writer’s work texture. It is one element that is used to provide the reader with a deeper meaning of the story. It is what makes...

Words: 623 - Pages: 3

Premium Essay

How to Tell a War Story

...Richie Burner ENWR-106 How to Tell a True War Story 26 February, 2013 If you don’t know how to analyze writing and don’t understand metaphoric speaking then this is not a story for you. O’Brien constantly goes against every Americans thoughts of a war story; he tells the reader that they’re all fake. O’Brien believes war stories don’t actually have to do with people do with heroic things, because every solider is a hero. The average person who was not in combat would not get a true war story because no one has experienced what soldier’s experience. They have seen things and felt things emotionally that no other person will ever see or feel. A ex soldier out look on life is completely different than your average person because they are use to different life style. So all this boils down to one thing, no one will ever understand soldier’s and O’Brien uses “How to Tell a True War Story” to prove this. Through out the story O’Brien talks to the reader as if they don’t know anything. Although he has to approach the reader like this so he can thoroughly explain his point. Since no one understands a soldier’s life he has to write this way, the misunderstanding of soldiers is proven within the first page of the story when rat explains his friend to his sister in a letter that he sent her. “ Stainless steel balls, Rat tells her. The guy was a little crazy, for sure, but crazy in a good way, a real daredevil, because he liked the challenge of it, he liked testing him self, just...

Words: 1771 - Pages: 8

Free Essay

Short Stories

...Short Stories – A beneficial piece of teaching material by Christoph Kant Matr. Nr. 282-345-86 Kurs: Short Stories in the EFL-Classroom Dozent: Stephen Mason Kassel, 20.09.2012 Content: 1. Introduction3 2. A brief history of EFL teaching-styles3 3. Teaching „the skills“4 4. Motivational advantages8 5. Providing literary knowledge8 6. The cultural aspect 10 7. Encouraging/developing critical thinking 11 8. Conclusion 12 References 14 1.) Introduction: In this paper I would like to discuss the advantages that teaching the short story as a major part of a teaching concept brings to the EFL classroom and present several example tasks of how to integrate short stories into ones „teaching portfolio“. Whereas some people might believe that teaching the short story benefits students only from a linguistic standpoint, those people really do not get the big picture. Yes, there are obvious linguistic benefits you can draw from teaching short stories, but the most important factor is motivation. This hales from the structure of short stories themselves. As almost all of them have a beginning, a main part and an ending, students are most likely encouraged to read the story all the way through, to see what the outcome might be. Sure, the structure of most novels or plays might be similar, but the length of the short story is the big advantage. If a student knows, that he does not have to read 200 and more pages to finish the story but rather...

Words: 4322 - Pages: 18

Free Essay

Story of an Hour

...Literature Review of “The Story of an Hour” By Kate Chopin Introduction: "The Story of an Hour" by Kate Chopin speaks to a negative perspective of marriage by giving the onlooker a lady who is plainly thrilled that her spouse has passed on. This is communicated through the dialect in "The Story of an Hour". The storyteller relates what she sees in straightforward exposition, yet when her feelings are portrayed, the words are energetic and influential. This proposes that Louis has a profound internal life that is not joined with the outside universe of her spouse or companions and the way that she houses herself in her room to run across her emotions is critical. The world outside of her own room is just negligibly depicted, yet the world within her psyche is enthusiastic and overall portrayed by the storyteller. The window outside of her room is alive and lively like her brain, while everything about her physically is sequestered. At the point when Louise's feelings are depicted in regards to something she is excited about, the dialect gets vivacious and rich with shade and dynamic pictures. This stands in sharp complexity to the segments in which she appears aloof or candidly unattached. It is essential to recognize not just the dialect becomes animated with the utilization of words like "mystery" and "impulse" but the exact stating evolving. The beginning feelings depicted in these quotes in which she was latent about is short clean sentences, yet when she starts to feel...

Words: 938 - Pages: 4

Premium Essay

The Story of an Hour

...The Story of an Hour Caprice Tarpley Kaplan University Professor Susan Zappia April 2, 2013 The Story of an Hour Introduction Kate Choplin in her mini story ‘The story of an hour’ depicts very beautifully the yearnings and longings of a woman in the 19th century. The story is short and beautiful, and the underlying message is that women are just as humans as men and they have the same yearning desire for freedom as the men in their life (Chopin, 1894). The story of Mrs. Mallard Louise Mallard is the major character of the story. She is represented as a fair and calm woman along with little indication of being strong. She was suffering from heart disease and that is why the death of her husband was disclosed to her after much hesitation. Her character envelops a mixture of happiness and grievance. It can clearly be observed when she got the news of her husband’s death. Despite of going into shock, she dramatically cried hard for a time (Jamil, 2009). Owing to the fact that she had a heart trouble, she must had went into shock, however, she was calm and started considering the new opportunities her life may pose her. She welcomed some mysterious things appearing to her from the sky and her actions show that she was feeling immense independence after her husband’s death. She was overjoyed with the fact that she could lead her life without any domination (Seyler, 2009). At start, the weaker side of her character was portrayed, whereas...

Words: 1429 - Pages: 6

Premium Essay

Short Story

...Short Story/Film Analysis Wilson Chandler Short Story/Short Film Comm. 411-35 11:30-12:45 Spring 1997 The three short stories are similar because they all involve jealousy. This type of jealousy surrounds the main characters who are envious of the achievements or the attention that another man receives. The first story is about an old man who is taking his wife on a second honeymoon when she encounters an old suitor, creating jealousy for the husband. In the second story, the jealousy surrounds Smurch who is envious of Charles Lindbergh's fame and accolades. The jealousy in the final story is the envy of the attention that any man with fame can receive from a woman. Each person's own insecurity allows envy to control their actions and creates trouble in their lives. The three stories all have jealousy, in some it is more clear than others. Jealousy lead two of the characters to make a fool of themselves, and it cost another character his life. In the first story, Charley took his wife Lucy on a second honeymoon, or Golden Honeymoon, as it is titled. While they are in St. Petersburg Fla., Mother was at the doctors office and began a conversation with a lady, only to discover that she is Mrs. Frank M. Hartsell, Lucy's ex-fiancee. This made Charley uncomfortable because he had rivaled Frank for Lucy's hand in marriage. A story that began as a second...

Words: 431 - Pages: 2

Premium Essay

Short Stories

...During the past two weeks, our American Literature class has covered the short stories of The Fall of the House of Usher, The Minister’s Black Veil and Rappaccini’s Daughter. These poems/stories were constructed by two well-known authors: Edgar Allen Poe and Nathaniel Hawthorne. Each poem and story written by these two men contains an intricately, deep meaning. In fact, criticizers maintain the position that there are several meanings to these works, but this may never be known by anyone except the actual author. The author is the only individual who truly knows the real meaning behind the poem or story. Out of these three stories we read, I enjoyed The Fall of the House of Usher the most as it proved to be most interesting to me. The reason I enjoyed this work the most was due to the fact that I was transacting with the text in this poem, I was able to really understand why Poe utilized certain elements in it in order to help convey the work’s actual meaning. It also helped to raise logical questions about certain other aspects of the story. I did not feel I was able to do this as well with the other two stories as they did not flow as well to me as did The Fall of the House of Usher. Though the plot turned out to be quite unusual, I found it to be very interesting and out of the ordinary, which I seemed to like in this instance. The book ends with an unexpected surprise and by the fall of the house of course. The theme is really dark and mysterious, which made the book kind...

Words: 1106 - Pages: 5

Free Essay

Short Stories

...Nathaniel Hawthorne, “Young Goodman Brown” Goodman Brown was not asleep in this short story. As I read, I believed that Goodman did indeed meet the devil in the forest. If he had indeed dreamt about the trip he was sent on and meeting the devil, I think his nervousness would have been described in more detail then it was. Concentrating more on the anxiety he was feeling would have led the reader to believe that the events were not real. I also saw this story as an allegory. I saw the allegory after reading the story two times. I think it is centered on Goodman Brown having a bumpy past and that he wants to go beyond his past and reach heaven. The characters names also show the religious allegory in the story. The names Goodman and Faith are used and the characters are then soon faced with terrifying evil. I think that Goodman Brown and his wife, Faith’s names symbolize that they are good, religious people and that Goodman is making up everyone being evil in his head. I found an essay by Alexa Carlson that described the symbolism in light vs. dark, forest vs. town, nature vs. human, and fantasy vs. reality. In her paper, Essay #1: Young Goodman Brown, she states that “…fantasy vs. reality are employed to reinforce the idea that good and evil have been set up as strict categories into which no one, not even the religious figures of the community, fit neatly.” As she later writes, if Hawthorne was apprehensive about “what he considers right and wrong in terms of human behavior, I...

Words: 4886 - Pages: 20

Premium Essay

The Theme of a Story

...The Theme of a Story Ace Ventura ENG 125 Introduction to Literature Roger Rabbit July 14, 2011 The Theme of a Story Throughout life a person can recall a memory that basically shaped their lives. Often they recount important events that made them into the person they were meant to be. The selection this week is about a memory of a 15 year old young woman that is shaped by something that happened to her while working for a doctor and his wife. She tells about the events when she was 15 that ironically led to the introduction of her eventual husband into her life. Clugston (2010) shows us that “we all filter our relationship to literature through our individual experiences” (Section 7.1, para. 4). In other words, personally, How I Met My Husband, by Alice Murno (1974), is written with the themes of love, heartbreak, and secrecy. Love is a common recurring theme throughout the story. Although love is a common theme in fiction, the type of love in this story is ignorant love. Edie is the main character of How I Met My Husband. Alice Murno sets the story in a first-person point of view. The reader captures the story from Edie’s viewpoint. Henry Baron tells us, “Edie is both eager for and rather innocent about romance” (Section The Story, para. 2). She is young and naïve to anything of love and intimate relationships. The connection she makes with Chris Watters and the eventual “intimacy” they share brings out the young innocent girl in her. Murno (1974) makes this...

Words: 966 - Pages: 4