Oropasüani Vordamt... "Sevgini Büyütüyoruz..."
Bugün, 25 Haziran 2005 tarihinde sonsuza uğurladığımız Kazım Koyuncu'nun 36. Doğum günü. Ailesi, arkadaşları ve sevenlerinden onunla ilgili hatıralarını, duygularını dinledik. Görüştüğümüz herkes ortak bir noktada birleşiyordu : "Kazım Koyuncu hayatı boyunca ezilenlerin ve mağdurların yanında olmaya çalışmış, Karadeniz'in hırçın ve inatçı yapısını, kişiliğine ve müziğine yansıtmıştı. Onun müziği bir yaşam biçimi, bir duruştu".
Sanatçı duruşunun yanında devrimci kimliği ile de belleklere kazınan Kazım Koyuncu'nun Karadeniz'in hırçın ve inatçı yapısı, kişiliğinin ve müziğinin içine işlemişti.
Kazım Koyuncu 26.07.2004 tarihinde www.kazimkoyuncu.com'da şu açıklamayı yapıyordu: "Şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür. Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve birçok güzel şeye sebep olabilirler. İktidarlar, sistemler yıkılabilir, devirler değişebilir, şimdi dünyayı yönetenler kısa bir süre sonra, üstelik bütün kötülüklerine rağmen unutulabilirler"
"Oğlum kuş olup gitti elimden"
İstiklal Caddesi'nden Taksim'e doğru çıkarlarken yaşadıkları bir anı babasını çok etkilemiştir. Bir anda simsiyah bir adam karşılarına çıkar. Adam adeta çamura batmış, elbiseleri kir pas içinde ."Canım Kazım" diyerek iki yanından öper Kazım'ı . Babası Kazım'ın vereceği tepkiyi beklerken Kazım da aynı heyecanla adamı öpmez mi. İşte Kazım böyleydi. Her insana sevgiyle yaklaşırdı. Çok öksürüyordu, son gelişinde evin merdivenlerini çıkamadı o zaman 'Ne olmuş benim oğluma?' dedim. Sordum, kimse bir şey demedi. Oğlum kuş olup gitti elimden. "Hastayken İstanbul'a gittiğimizde "sarılamayacağız" dedi. Uzaktan el sallardı. Maske ile geziyorduk evde. Bir keresinde sarıldı öptü beni Kazım. "Sarılma" dedim. "Yok" dedi "anam bi iyi öpeyim". O son öpmesiydi.
"Kaymakam, vali olacağım da ne olacak"
Çocukluğu oldukça hareketli geçti. O zamanlardan belliydi kişiliği. Sürekli kitap okurdu. Gittiği yerde hemen sorardı : "Burada yaşlı adam var mı?". Yaşlılarla sohbete meraklıydı. Yabancı müzik gruplarını araştırırdı. "Ağaçtan gitar yapalım, tenekelerden davullar yapalım" derdi. Grup kurardık. Hopa küçük bir yer. Kazım'ın üniversiteyi kazanması o dönem itibarı ile büyük bir sevinç uyandırmıştı. Arkadaşları gelir, "Bere mu ikips?" (Çocuk ne yapıyor?) derlerdi. Babam da "kaval çalıyor, kaval çalmaya devam ediyor" derdi. Üniversite yıllarında babam okumasını çok isterdi. Kazım ise " Kaymakam, vali olacağım da ne olacak" diyordu. Babam ilk başlarda bu duruma karşıydı. Ama her zaman onun yaptıklarının arkasında oldu. Ben Kazım'a "beşgöz" derdim. Yüzünde göz hatları daha çok ön plana çıkıyor gibi gelirdi bana. O da bütün kardeşlerine "öe" diye seslenirdi. O, sanatçılığı , sanatçı duruşu ile bize güzel bir miras bıraktı. Bu mirasın siyasi çekişmelerin, istismarların içine çekilmesine hiçbir zaman müsaade etmeyeceğiz. Kazım şarkıları ve yaptıklarıyla sonsuza dek yaşayacak... Onu anlayarak anlatmaya çalışan herkese ve özellikle hastalığı sürecinde hep yanında olan, Kazım' ın "tüm güzel şeylerin sebebi" dediği Gönül Bozoğlu'na kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum.
Şkena'nın onun için bambaşka bir gizemi vardı"
Hep beklerdim ağabeyim çıkıp gelecek diye. Gelirdi, çok kısa bir zaman kalır doyamadan giderdi. Gittiğinde gizli gizli ağlardım. Hep kalsın, hiç gitmesin isterdim. İçimdeki en büyük eksiklik bu neyi bekleyeceğimi bilmeden beklemek, bu durum içimi çok acıtıyor. Hep nasihat ederdi, dinlerdim. Doğruyu bulmamı sağlardı. Boş zamanlarda bilgisayarda playstation oynardık. O hep yenerdi. Yendiğimde bile beğenmezdi .Annem ameliyat olduğunda bana bir anne gibi bakmıştı. Bazen beraber Şkena denen dağa çıkardık. Şkena'nın onun için bambaşka bir gizemi vardı düşünün zirvedesiniz. Özgürlüğüne düşkün insan için özeldir.
"Hayatın saldırılarına karşı da birlikte direniyorduk"
Kazım'la Zuğaşi Berepe döneminde çok şey yaşadık. Onunla bir müzik grubunu devam ettirmenin sıkıntılarını yaşarken aynı zamanda hayatın saldırılarına karşı da birlikte direniyorduk. Zuğaşi Berepe bizim için bir ada idi.1995 yılıydı. Edirne'den öğrenci arkadaşlar bizi konser vermemiz için kentlerine davet etmişlerdi. Ne yazık ki konseri organize eden arkadaşların emniyetle pek de dostane ilişkileri yoktu. Gözüken oydu ki konser iptal edilecekti. Ama Zuğaşi Berepe direnme, çıkışsızlıkta dahi çözüm bulma üzerine kurulmuş bir gruptu ve yenilgiyi hemen kabul etmek ZB'ye göre değildi. Emniyete gidip konuşmaya, onları bizim cici çocuklar olduğumuza ikna etmeye karar verdik ve kalktık Kazım'la birlikte salon sahibinden izin almamız gerektiğini öğrendiğimiz emniyet şube müdürlerinden birinin yanına gittik. Kaybedeceğimiz ne vardı ki, en fazla birkaç gün nezarethane! Yaptığımız görüşmelerle bir netice alamayacağımızı anladık ve emniyet binasından ayrıldık. En azından kötü muamele görmemiştik. B planımız, madem salon sahibi polisiye kaygılardan dolayı konseri yapmamıza yanaşmıyordu, yeni bir salon bulmaktı! Adanalı bir öğrenci arkadaşın yardımıyla rock barlardan biriyle anlaştık. Konser ertesi gün ne pahasına olursa olsun orada yapılacaktı. Nihayet beklenen an gelmiş ve konser başlamıştı. Gergin, mutlu ve keyifliydik. Güzel bir konser olmuştu ve bir polis müdahalesi yaşamamıştık.
"O yaşadığı döneme olduğu kadar gelecek kuşaklara da fazlasıyla örnek olmayı başarabilmiştir."
Bir sonbahar sabahı Mehmedali Barış Beşli ile Kadıköy sahilinde oturup Lazca şarkılar söyleyecek bir müzik grubu kurma fikri oluştuğunda gelecek hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Lazca şarkılar söyleyen bir gruba ihtiyacımız vardı ama bu nasıl olacaktı? Bir süre sonra Mehmedali bir haber getirdi; "Hopalı bir çocukla tanıştım, İstanbul Üniversitesi'nde okuyor. Gitar çalıyor. Uzun saçlı biri. Bize katılacak." dediğinde o çocuğu gerçekten çok merak etmiştim. Uzun saçlı çocuk aramıza katılacak ve Lazca şarkılar söyleyecekti. Daha önceden Lazca şarkı söyleyen uzun saçlı bir Laz tanımıyor oluşumdan olsa gerek benim için ilginç ve şaşırtıcı bir haber olmuştu bu. Çok sayıda genç bir zamanlar varlığı bile kabul edilmeyen Lazcayı öğrenme gayreti içinde. Hiç şüphe yok ki bütün bunlar Kazım Koyuncu'nun eseridir. O yaşadığı döneme olduğu kadar gelecek kuşaklara da fazlasıyla örnek olmayı başarabilmiş büyük bir yetenek olduğunu gostermistir
"İnsan Arkadaşını Yer mi?"
Kazımla tanıştığımız gün hiç susmadan sürekli konuşuyordum. Bir ara "Hem Laz hem avukat, Allah korusun" demişti. O gün ayrılırken tuhaf bir şekilde "Ne olursa olsun hep yanında olacağım" demiştim. Belki de, bir doğumgünümde www.kazimkoyuncu.com ziyaretçi defterine yazdığı gibi, "hiçbir şey tesadüf değil"di. Bu sözün üzerinden yıllar geçtikçe, ne kadar doğru bir yerde durduğumu düşünerek hep mutlu oldum ve bunu onunla da paylaştım. Hastalığını ilk öğrenen birkaç kişiden biriyim. Ama o benim bildiğimi 2 gün sonra öğrenip beni sakinleştirmek için aramıştı. O bize teselli veriyordu adeta. Sonrasında direnerek ve savaşarak bir altı ayı birlikte geçirdik. Umudumuzu ve direncimizi hiç kaybetmedik. Evimizde hiç hüzün hakim olmadı. Onun yanında hiç ağlamadık, üzüldüğümüzü ona hiç göstermedik. Hep güldük, gideceğini hiç aklımıza getirmedik, iyi olacağına inandık. Şimdi düşünüyorum da buna gerçekten inanmasak onun yanında bu kadar sağlam duramazdık. Bir gün Gönül ile bana "gavur musunuz, neden hiç ağlamıyorsunuz?" diyerek bu duruma nasıl dayandığımızı sorgulamıştı adeta. Sonra "iyi ki de öyle yapmıyorsunuz ikinizi de camdan atardım yoksa" demişti. Tedavi sürecinde tavuk ya da hindi eti yemesi önerilmişti. Ama Kazım vejeteryan olduğundan bunu reddediyor, "İnsan arkadaşını yer mi" diye karşı çıkıyordu. Bizse vücut direncini yükseltmek için her türlü besini almasına çaba gösteriyorduk. Sonunda en azından hindi eti yemeye ikna oldu. Açıklaması da şuydu: "Onunla bir tanışıklığımız yok, hiç hindi görmedim".
"Sahnede savaşı her zaman Kazım kazandı."
Kazım'la her zaman müzik konuşmayı sevdim. Doktorlar endişelenirken, uyarırken nasıl o hep cesur davranabiliyordu. Hastalığına aldırmadan çok dinamik konserler veriyordu. Sahnede o kadar korkusuz, cesur ve güzel kalmayı nasıl başardığını merak ediyorum. Kazım'ın dünyaya ses taşıyacağına inandım. Buna hala inanıyorum. Bu kadar büyük ve içten bir sevgi, böylesi zor bulunur bir sempati, viyolonsel gibi bir ses, yüksek ahlak…, tabi saldırılardan korkmazsın. Sahnede savaşı her zaman Kazım'ın kazandığına çok tanık olduk... Bu savaşa tüm kalbimle katıldım... Hayatı müziği gibi anlatıyordu, vicdan, cesaret, adalet, yüksek algı… Sahneye çıktığı anda büründüğü kişiliği, sanatını icra ederken yaşadığı duyguları biraz da olsa açığa vuran bir diyaloğumuz olmuştu...
"Hemen yazalım cuma, bekletmeyelim dostları"
"Evim" dediği internet sitesi KazimKoyuncu.com'da katılımcıların, şarkı akorlarının yayınlanması isteği gelmeye başlamıştı. Buluşmalarımızın birinde bu isteği hatırlatmıştım ve "Hemen yazalım cuma, bekletmeyelim dostları" diyerek 5 müzik şeçmiş ve akorları hemen yazmıştı. Bu akorları görsel bir şeylerle beslemeyi teklif ettiğimde çok hoşuna gitmiş ve "tamam hemen bulalım bir şeyler" diyerek not aldığım deftere bakarak düşünmeye başlamıştı bile. "İstersen şarkıları okurken sana yaşattıklarıyla alakalı bir şeyler hazırlayalım mutlak şarkıyla alakalı olması şart değil; sana yaşattıkları ya da gözünün önüne gelen, hayalindeki ilk kareler vs. olabilir" dediğimde Didou Nana için not aldığım deftere bakarak hemen şunları söylemişti, sanki çoktandır yaşadığı bir kareyi aktarır gibi; "Bir uçurumun başında bedeninin çizgilerini gizleyemeyen ince geceliği ve rüzgârda uçuşan uzun saçlarıyla siyah-beyaz elle çizilmiş bir kız resmi, renkli olan tek şey kıpkırmızı pabuçları ". Denizde Kararti Var: "Yoğun köpüklerle boğulan bir dalga ama o da elle çizilmiş ya da bir kâğıt gemi ".Ben Seni Sevduğumi: "Sırt sırta oturan, birbirinden ayrılamayan ama küs bir çiftin gölgesi geldi gözümün önüne".
Narino: "Aklıma horon geliyor, oynamak geliyor. Horon oynayanları görüyorum ama belirsiz yüzleriyle yani sadece gölgeler gibi" deyip peşin sıra eklemişti gülerek "üstatlar gibi öyle horon oynamak istiyorum ki...".Tsira: "Kıpkırmızı bir gül "…
"Sesi çıkmadığı halde bize fıkralar ve gördüğü rüyaları anlatıyordu"
Benim için Kazım'dan bahsederken di'li geçmiş zamanı kullanmak hala zor, belki hep böyle olacak, bilmiyorum… Piya Kültürevinde birlikte çalıştık. Piya kolektifi adını verdiğimiz, sürecimizi konuşup yönlendirdiğimiz bir oluşumumuz vardı. Orada Kazımla çok zamanımızı birlikte yaşadık, yoldaşlık ettik. Onu kızdırmak çok zevkliydi. Tipik Laz refleksleri olan , heyecanlı ve çabuk parlayabilen bir adamdı …Hassas olduğu konulardan biri de Laz fıkralarının özellikle "Temel" öğesi kullanılarak anlatılması ve her karadeniz'linin Laz olarak gösterilmesi idi. Kazım'ın bu yönünü bildiğim için bir toplantıda onu fişeklemek amacıyla "durun dedim bir Laz fıkrası anlatayım". "Temel"le başlayan bir fıkra anlattım. Herkes gülüyor ve bir yandan çaktırmadan Kazım'a bakıyor, benim ona çalıştığımı biliyorlardı. Kazım'ın anında sigortası attı ve bir saat bize söylev çekti, Lazlara dair; ki oradaki herkesin halklara ve eşitliğe dair tutumunu bildiği halde…Kazım futbolla çok ilgiliydi. Futbolu takip ederdi. Halı sahada oynarken arkadaşlar ona takılırdı..Ben futbol oynamaktan ziyade onu izlemeye giderdim. Genelde Cafer ona takılır, biraz pres yapıp onu zorlayınca kızıp bağırmaya başlar "Bu ne biçim iş düşmana karşı mı oynuyorsunuz?" derdi.. Hastalığının en başında bir gün Şair Mehmet Çetin'in evinde buluştuk. Yüzde doksan iyileşme ümidi olduğunu, sadece ilaçla iyileşeceğini söyledi. Bende sevinçle tuttum Kazım'ı havaya kaldırdım..."Dur oğlum kanser adama böyle sarılınır mı?" dedi. En kötü zamanında bile hep sağlam durdu, gözleri ışığını hiç kaybetmedi. Fiziken değişti, sacları döküldü, zayıfladı. Sesi çıkmadığı halde bize komik fıkraları, gördüğü rüyaları anlatıyordu. O bizi teselli ediyordu. Hiçbir zaman vitrin devrimcilerinden olmadı. İyi ki doğdun Kazım'ım…
"O, Kazım Koyuncu'nun günüydü !!!"
Masallardaki zümrüdüankayı bilir misiniz? Yanar ve küllerinden yeniden doğar. İşte KTÜ konserinde Kazım Koyuncu (DİNA) hastalığın ve tedavi sürecinin ondan götürdüğü birçok şeye rağmen yeniden doğuyordu. Son konseri olduğunu tahmin etse de mutlu ve gururluydu. Doktorların yasağına karşın her şeyi göze almıştı bir kez. Öyle ya "konser ya da kanser tek harf ne fark eder" di. Bir şey olacaksa sahnede olmalıydı ona göre. Didou nana"yı söylerken gözlerini kapadığı an...
Korkmuyordu, hatta oyun oynuyordu hastalıkla." Sahnede kendimi bir kral gibi hissediyorum" demişti ya işte o gün tam bir kraldı. Ve gönül dostlarının da desteğiyle beraber, horonu, tulumu, arada karıştırılan-unutulan şarkı sözleri , Trabzonsporuyla tam bir Kazım Koyuncu konseri olmuştu. İşte hayat... Bir gün varsın bir gün yoksun. Önemli olan yaşadığın günü doldurabilmendir. KTÜ konseri de öyleydi işte. Şimdi meçhulde ama geçmişiyle bütün günlere bedel bir gün…
O, Kazım Koyuncu'nun günüydü !..
Birgün Gazetesi - 07.11.2007