Free Essay

Ab Çevre Politikalari

In:

Submitted By burnabis
Words 7249
Pages 29
GİRİŞ

Kaynakların, enerji ve maddelerin kullanımını giderek arttırmakta buna bağlı olarak dünya üzerindeki kaynaklar azalma hatta yok olma noktasına gelmekte ve insan eliyle yaratılan kirliliğin tabiata ve çevreye verdiği zararın boyutu her geçen gün artmaktadır.
Son yıllarda yaşanan sosyal ve iktisadi boyuttaki gelişmeler ve sonucunda oluşan çevre sorunları insanların yaşam standartlarını dolayısıyla refah ve mutluluklarını etkilemekte Avrupa birliği ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke bu sorunların çözümü, bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlamak, çevre değerlerinin korunmasına katkıda bulunmak vb. amaçlarla çevre politikaları geliştirmektedir.
Avrupa birliğini kuran anlaşmalarda daha önce gündeme gelmeyen ‘’ÇEVRE’’ konusu; Özellikle 1970’li yıllarda çevre sorunlarının artması ve siyasal sınır tanımaması gibi nedenlerle birliğin gündemine alınmış, 1987 yılında yürürlüğe giren tek senette politika alanı olarak kurucu anlaşmaya dahil edilmiş ve 1992 Maastricht anlaşması ile birlik tarafından bu konuya politika statüsü verilmiştir.
Bu çalışmada ilk olarak Avrupa birliğinin ortak bir çevre politikası oluşturmasında etkili olan nedenler, çevre politikasının hedefleri, politika oluşturmada dayanak olarak alınan ilkeler, Avrupa Birliği çevre politikası ve çevre hukukunun amaçları ve ağırlık noktalarını kapsayan ‘’Eylem Programları’’ ele alınacaktır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ise Avrupa Birliği’ne tam üyeliği kabul edilen ve 2005 yılında müzakerelere başlanan Türkiye’nin adaylık sürecinde AB çevre mevzuata uyumunun hangi aşamada olduğu ve bu kapsamda Türk işletmelerine düşen yükümlülükler incelenecektir.

İÇİNDEKİLER
GİRİŞ i
İÇİNDEKİLER ii
1. GENEL ANLAMDA ÇEVRE POLİTİKASI 1
2. AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇEVRE POLİTİKASI 2
2.1. Avrupa Birliğinin Ortak Çevre Politikası Oluşturma Nedenleri 2
2.1.1. Serbest rekabet ilkesinin gerçekleştirilmesi 2
2.1.2. Yaşam koşullarının farklı düzeylerde gerçekleşmesi 3
2.1.3. Yaşam kalitesinin ve hayat standardının yükseltilebilmesi 3
2.1.4. Çevre kirlenmesinin siyasal sınır tanımaması 3
2.2. Avrupa Birliği Çevre Politikasının Hedefleri 4
2.3. Avrupa Birliği Çevre Politikasının İlkeleri 4
2.3.1. Önleme ilkesi 4
2.3.2. Kaynakta önleme ilkesi 5
2.3.3. İhtiyat(Özen gösterme) ilkesi 5
2.3.4. Kirleten öder ilkesi 6
2.3.5. Bütünleyicilik ilkesi 6
2.3.6. Yüksek seviyede koruma ilkesi 7
2.4. Avrupa Birliğinin Çevre Politikasının Gelişimi 7
2.5. Avrupa Birliği Çevre Eylem Programları 8
2.5.1. Birinci Eylem Planı 10
2.5.2. İkinci Eylem Planı 10
2.5.3. Üçüncü Eylem Planı 11
2.5.4. Dördüncü Eylem Planı 11
2.5.5. Beşinci Eylem Planı 12
2.5.6. Altıncı Eylem Planı: 13
2.6. Avrupa Birliğinin Çevre Mevzuatı 14
2.6.1. Yatay Mevzuat 14
2.6.2. Hava Kalitesi 15
2.6.3. Atık Yönetimi 16
2.6.4. Su Kalitesi 17
2.6.5. Habitat/Doğa Koruma 17
2.6.6. Endüstriyel Kirliliğin Önlenmesi ve Risk Yönetimi 18
2.6.8. Gürültü Kirliliği 18
2.6.9. Nükleer Güvenlik ve Radyoaktif Kirliliğin Önlenmesi 19
3. ÇEVRE POLİTİKASININ UYGULAMA ARAÇLARI 19
4. AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇEVRE POLİTİKASI VE TÜRKİYENİN UYUMU 21
5. TÜRKİYE İÇİN UYUMUN MALİ YÜKÜ 25
6. TÜRKİYENİN AVRUPA BİRLİĞİNE UYUM SÜRECİNDE İŞLETMELERE DÜŞEN YÜKÜMLÜLÜKLER 27
SONUÇ 31
KAYNAKÇA 32

1. GENEL ANLAMDA ÇEVRE POLİTİKASI

Dünya Savaşı sonrası hızlanan ve güçlenen büyüme tutkusu, batının gelişmiş toplumlarında refah ve mutluluğu maddi üretim ile özdeşleştirmek eğilimini güçlendirmiştir. Bu bağlamda, bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerini gösteren Gayri Safi Milli Hasıla (‘’GSMH’’), başlı başına bir refah ölçüsü olarak kabul edilmiştir.
Ne var ki son yirmi yıldan bu yana GSMH’deki büyümenin olumsuz sonuçlarının da fark edilmesiyle maddi üretimin her şey demek olmadığının, insan refah ve mutluluğunun şimdiye dek iktisadi davranışlarda hesaba katılmayan bir dizi unsura da bağlı olduğunun farkına varılmıştır. Sağlıklı bir toplumsal yapı, güvenli insani ilişkiler, gelir dağılımında eşitlik yanında doğal, kültürel ve estetik çevrede bu unsurların içinde yer almaktadır.
Bu durum ülkelerin refah seviyelerini arttırmak için çevre konusunda da beli başlı politikalar izleme gereğini beraberinde getirmiştir. Genel olarak çevre politikası, bir ülkenin çevre konusundaki tercih ve hedeflerinin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Başka bir tanıma göre çevre politikası, insanın kendi sağlığını ve insanlığa yakışan bir yaşam için ihtiyaç duyduğu bir çevreyi güvence altına almak, toprağı, havayı ve suyu, bitki ve hayvan dünyasını insan faaliyetlerinin zararlı etkilerinden korumak ve insan faaliyetlerinin yol açtığı hasarları ya da zararları ortadan kaldırmak için alınması gereken tüm tedbirlerdir.
Çevre politikaları her ülkede farklı hedeflerin gerçekleşmesine yönelmiş olmakla birlikte, hemen her yerde, üzerinde birleşen ortak hedeflerden söz edilebilir. Bunlar:
1. Bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlamak,
2. Toplumun sahip olduğu çevre değerlerinin korunması ve geliştirilmesi,
3. Çevre politikasının uygulanmasının gerekli kıldığı yükün paylaşılmasında, toplumsal adalet ilkelerine uymak.

2. AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇEVRE POLİTİKASI

2.1. Avrupa Birliğinin Ortak Çevre Politikası Oluşturma Nedenleri

Birliğin yayınlarına bakıldığında ortak bir çevre politikasının gerekçesi olarak, “Avrupa’da çevre üzerindeki baskının giderek ağırlaşması; doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi; sel, kuraklık, orman yangını gibi yıkımların çoğalması; evlerden ve ulaşım araçlarından kaynaklanan karbondioksit emisyonunun sürekli artış göstermesi; özellikle kentsel yerleşim yerlerinde kirlilik ve gürültüden dolayı yaşam kalitesinin düşmesi; her yıl yaklaşık iki milyar ton atığın üretilmesi ve bunun yılda ortalama %10 artması…” gibi sorunların ön plana çıkarıldığı görülmektedir.

2.1.1. Serbest rekabet ilkesinin gerçekleştirilmesi

Avrupa bütünleşmesinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilen serbest rekabetin ve serbest dolaşımın sağlanması, çevre alanında da ortak girişimleri ve ortak bir politikayı zorunlu kılmıştır. Üye ülkelerde farklı çevre politikaları uygulanması, özellikle farklı çevresel ölçütlerin belirlenmesi, ürünleri maliyetlerinin değişik olmasına sebep olabilmektedir. Benzer şekilde, bazı üye ülkelerdeki kalite standartları, diğer üye ülkelerde üretilen bazı ürünlerin o ülkelere girmesine engel teşkil edebilmektedir. Ayrıca, üye ülkelerin bazılarında hava ve su kirliliğini önlemek amacıyla gerekli görülen yatırımlar, ürünlerin maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır. Bu ve benzeri hususlar nedeniyle de üye ülkeler arasında malların serbest dolaşımının ve serbest rekabetin tam olarak sağlanamaması gibi bir sorun ortaya çıkabilmektedir. Bu durumun önüne geçebilmek için ortak bir çevre politikası oluşturulması gerekli görülmüştür.

2.1.2. Yaşam koşullarının farklı düzeylerde gerçekleşmesi

Bu sebep tamamen politik değerlendirmelere dayanmaktadır. Aynı ekonomik düzenin üyesi bulunan devletlerde, çevre politikalarındaki farklılıklar yüzünden yaşam koşullarının farklı düzeylerde gerçekleşmesi, üye devletlerce, politik bakımdan da arzu edilmeyen bir durum olarak değerlendirilmiştir.

2.1.3. Yaşam kalitesinin ve hayat standardının yükseltilebilmesi

Üye ülkelerdeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve yaşam kalitesinin bütün Avrupa’da ortak bir düzeye yükseltilmesi amacı, Birliğin çevre sorunları ile ilgilenmesinin bir diğer nedenidir. Yukarıda da değinildiği gibi, bir yandan, doğal kaynaklar üzerinde baskının giderek artması ekonominin sürdürülebilirliği sorununu gündeme getirmiş, bir yandan da, iklim değişikliği, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) gibi yeni sorun alanları gündelik yaşamda etkilerini hissettirmeye başlamıştır. Kentsel ve kırsal yerleşim yerlerinde yaşam düzeyinin yükseltilmesi, sağlık önlemlerinin geliştirilmesi, bölgesel dengesizliklerin giderilmesi, ancak sağlıklı ve dengeli bir çevrede mümkün olabilecekti. 2.1.4. Çevre kirlenmesinin siyasal sınır tanımaması

En temel sebeplerden biri ise çevre kirlenmesinin siyasal sınırları tanımaması olgusudur. Çevre kirliliğinin bir ülkeden diğerine kolaylıkla yayılması, Avrupa Birliği’ne üye ülkeleri, ellerindeki imkânları bu konuda da ortaklaşa ve dayanışma içinde kullanmaya itmiştir. Ayrıca, çevre kirlenmesi ile mücadelenin kapsamlı araştırmalar, kirlenmenin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasının da kapsamlı çabalar gerektirmesi, bu alanda gerekli harcamaları paylaşma, işbirliğine ve işbölümüne gitme ihtiyacını artırmıştır. 2.2. Avrupa Birliği Çevre Politikasının Hedefleri

AB çevre politikasının hedefleri, kısaca, kirliliği ortadan kaldırmak, azaltmak ve önlemek, doğanın ve doğal kaynakların, ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını temin ederek sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, çevresel zararın kaynağında önlenmesini sağlamak, çevre koruma hususunun diğer sektörel politikalarla (enerji, ulaştırma vb.) entegrasyonunu güvence altına almak şeklinde sıralanabilir. Avrupa Çevre Politikasının temel hedefleri AT anlaşmasının 174. Maddesinde aşağıdaki gibi yer almaktadır:
• Çevrenin korunması, kollanması ve çevre kalitesinin yükseltilmesi,
• İnsan sağlığının korunması,
• Doğal kaynakların akılcı ve dikkatli şekilde kullanılması,
• Bölgesel veya dünya çapındaki çevre problemleri ile ilgili olarak uluslararası seviyede tedbirlerin olunması.

2.3. Avrupa Birliği Çevre Politikasının İlkeleri
Çevre sorunları ile mücadele topluluğun alması gereken tedbirlerin dayanağını teşkil eden bu ilkeler anlaşmanın 130R maddesi (2)’inci fıkrası altında düzenlenmişlerdir. Bu hükme göre Topluluk tedbir alırken özen gösterme, önleme, kaynağında önleme, kirleten öder ilkelerini göz önünde tutar.
2.3.1. Önleme ilkesi
Bu ilke zararı gidermeye çalışmaktansa önlemeyi tercih eden bir yaklaşımın ürünüdür. Özünde bu ilke çevre hukuku yardımıyla, çevre tehlikeleri ya da çevre zararları ortaya çıkmadan önce tedbirler alınmasını ve çevresel yüklerin ortadan kaldırılmasını öngörmektedir. Avrupa topluluğu bakımından bu ilkeye daha ilk çevre programında değinilmiştir. Bu ilke, Antlaşmalara Tek Senet ile eklenmiştir. Bu ilkeye 3. Çevre Eylem Programı’nda atıf yapılmıştır. Önleme ilkesinin uygulanabilmesi için karşılanması gereken koşullar; bilginin tüm karar vericiler için kullanılabilir (mevcut) olması, gerçek durumun karar alma süreçlerinin erken bir aşamasında değerlendirilmesi ve Topluluk tarafından kabul edilmiş olan tedbirlerin üye ülke iç hukuklarına aktarılıp aktarılmadığının izlenmesidir.

2.3.2. Kaynakta önleme ilkesi
Kaynakta önleme ilkesi, çevresel zararlarla kaynağında öncelikle mücadele edilmesini, çevre kirliliğinin mümkün olan en dar alanda tutulmasını, yayılmasının önlenmesini ifade etmektedir. İlk olarak Üçüncü Çevre Eylem Programında yer almıştır. Söz konusu ilke, Tek Senet ile Anlaşma kapsamına girmiş ve Avrupa Birliği Antlaşmasında olduğu gibi korunmuştur. Birlik mevzuatı bu ilkeyi, özellikle emisyon standartlarının çevre kalite ölçütlerini aştığı su ve atık sektörlerine uygulamaktadır. Atık sektöründe, örneğin, atık nakillerinin sınırlandırılması amacıyla, atığın mümkün olduğunca üretim yerine yakın bir yerde yok edilmesi gerekmektedir.

2.3.3. İhtiyat(Özen gösterme) ilkesi

Kirleten öder ilkesinin iktisadi temeline karşılık ihtiyat ilkesi hukuki bir yaklaşım içermektedir. “Risk ile ihtiyat” arasında bir seçimi öngören ihtiyat ilkesinin iki ana öğesi bulunmaktadır. Birincisi “bilimsel belirsizlik”, ikincisi ise, “potansiyel çevresel zarar riskidir”. İhtiyat ilkesinde belirgin sonuçlar ortaya çıkmadan “potansiyel zararın” ortaya çıkmaması için gereken önlemler en başta alınmaktadır. Özen gösterme-ihtiyat ilkesi, zararın ortaya konulamadığı durumlarda, bilimsel bulguların yetersiz olması durumunda bile çevrenin korunmasını sağlayan bir ilkedir. Bu ilke kirleticilerin çevreye vereceği zararı azaltıcıya da ortadan kaldırıcı teknolojiler üzerinde durmaktadır. Bu ilke sayesinde çevreye gelebilecek zararlar önceden tahmin edilerek harekete geçilmesi sağlanmaktadır. Ayrıca özenli kullanım yönüyle de doğal kaynakları ve ekolojik yapıyı güvence altına alan bu ilke, çevrenin zararlı etkilerden korunması yerine zararlı etkilerin ortaya çıkmasının önlenmesini amaçlamıştır. Bu ilke ile kirletenin faaliyetinden davacı olunup zararın maddi olarak karşılanmasının istenmesi halinde, ortaya çıkan zararlı sonuç ile kirletenin faaliyeti arasındaki nedensellik bağını kanıtlama görevi kirletene aittir. Bu durumda kirleten de faaliyetinin çevre için zarar yaratmayacağını ortaya koymakla yükümlü olacaktır. Bu şartı yerine getirdiğinde resmi makamlardan faaliyeti için izin alabilecektir. 1992 Rio Konferansı’nda tanımlanan ihtiyatlılık ilkesi, belirsizlik durumunda bile önlem alabilmeyi sağladığı için karar verme sürecinde bir araç olarak görev yapmaktadır.

2.3.4. Kirleten öder ilkesi
Bu ilke, ilk Çevre Eylem Programı’nda belirtildiği gibi Topluluk çevre politikasının temel taşıdır. Kirletenlere, sebep oldukları kirlilik ile mücadelenin bedelinin ödettirilmesi, onları kirliliği azaltmaya ve daha az kirleten ürün ve teknolojiler bulmaya teşvik etmektedir. Bu ilke, kirleticilerin uyması gereken çevre standartları koyularak da uygulanabilmektedir. Topluluk mevzuatının ikincil kaynakları kapsamında bu ilkeye çeşitli atıflar yapılmıştır. Örneğin Atık Çerçeve Direktifi, kirleten öder ilkesine doğrudan atıf yapmakta ve atığın yok edilmesi masraflarının atık sahibine ait olduğunu belirtmektedir.
2.3.5. Bütünleyicilik ilkesi
Çevrenin korunmasının Birliğin diğer politikalarının içine entegre edilmesi ilkesi, Topluluk tarafından yürütülecek faaliyetlerin temellerinden birini oluşturmaktadır. Avrupa Topluluğu Antlaşması’nın 6. maddesince, çevre korunmasının gereklerinin sürdürülebilir gelişmenin teşvik edilebilmesi için diğer Topluluk politika ve faaliyetlerine eklemlenmesi gerekmektedir. Avrupa bütünleşmesinin başlangıcından itibaren bu ilkeden en çok etkilenen iki politika alanı malların serbest dolaşımı ve rekabet politikası olmuştur.
2.3.6. Yüksek seviyede koruma ilkesi Bu ilke doğrultusunda, yasama yetkileri dahilinde tüm Avrupa Topluluğu kurumlarının, Topluluğun farklı bölgelerindeki çeşitli durumları da hesaba katarak yüksek seviyede çevre korumayı amaç edinmeleri gerekmektedir. Avrupa çevre politikasının en önemli ilkelerinden olan yüksek seviyede çevre koruma ilkesi ayrıca, AT Anlaşması’nın 2.maddesinde de yer almaktadır.

2.4. Avrupa Birliğinin Çevre Politikasının Gelişimi
Avrupa Topluluklarını kuran Antlaşmalarda, çevreye atıf yapılmamıştır; ancak, tüm yurttaşların yaşam koşullarını iyileştirmek için birlikte çalışmak hedeflenmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa‘da ve dünyada, çevre politikasının oluşumuna etki eden bir dizi olay ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1952 ve 1953 yılı kış aylarında Londra’da ölümlerle sonuçlanan yoğun hava kirliliğini (London Smoke), daha sonraki yıllarda Avrupa Topluluğunun diğer ülkelerinde zaman zaman ortaya çıkan diğer çevre felaketleri izlemiştir.
Avrupa Topluluğu çevre politikasının kökeni olarak 1972 yılında Paris’te yapılan Avrupa Zirvesi görülmektedir. Ancak, Topluluk çevre politikasının başlangıcı bu toplantıdan bir yıl öncesine götürülebilir. 1971 yılında, Komisyonun Topluluğun çevre koruma politikası konusundaki ilk bildirisi yayımlanmıştır. Bu belgede Komisyon, Konseye kapsamlı bir çevre koruma faaliyet programı hazırlamasını önermiştir ve yasal dayanaklar olarak da AET Antlaşmasının 2., 100. ve 235. maddelerini göstermiştir.
Bu siyasi gelişmelerin sonucu olarak çevre sorunları konusunda Topluluk düzeyinde resmi olarak faaliyete girişilmesi gereği belirince, 1972 yılının Ekim ayında Paris Zirvesinde ilk görüşmeler başlatılmıştır. Avrupa Topluluğu çevre politikası ilk resmi ifadesini bu zirvede bulmuştur Bu zirvede ilk defa Topluluk çapında bir çevre koruma politikasının oluşturulmasının önemi vurgulanmış ve Topluluğun organları bu konuda bir faaliyet programı oluşturmaya davet edilmiştir. 1987’de yürürlüğe giren Tek Senet ile birlikte, Topluluk, çevre alanında ilk kez yetki kazanmış ve Avrupa Birliğini kuran Maastricht Antlaşması ile çevre alanına politika statüsü verilmiştir.

2.5. Avrupa Birliği Çevre Eylem Programları
Avrupa Birliği çevre politikası ve çevre hukukunun amaçlanan hedefleri ve ağırlık noktaları, öncelikle çevreyi korumak için Birlik tarafından hazırlanan ‘’Eylem Programları’’nda bulunmaktadır.
AB Çevre Eylem Programları, çevre politikasının oluşumunda önemli işlevi olan, politika açısından belirli niyetleri ortaya koyan çalışmalardır ve hukuksal bakımdan bağlayıcı değillerdir. Avrupa Komisyonu tarafından ortaya konulur ve Konsey ve Parlamento’da onaylanırlar. 1973-1992 yılları arasında açıklanan dört Çevre Eylem Programı, dönemin özelliklerine göre daha çok kirliliğin önlenmesi çabalarına yönelik hazırlanmış, Birlik genelinde çok da etkili olamamıştır. Alınan tüm tedbirlere rağmen Birlik genelinde çevrenin hali hazırdaki durumu görünür bir şekilde kötüleşmiştir.
Komisyon bunun üzerine 1993 yılında kabul edilen 5. Çevre Eylem Programı ile yaklaşım olarak diğerlerinden farklı, “sürdürülebilir kalkınma” kavramına yönelik politikaları desteklemiştir. Son olarak 2000 yılında Komisyon tarafından hazırlanan 6. Çevre Eylem Programı 2010: “Geleceğimiz Seçimimiz”, dört alanda politika geliştirmeyi hedeflemiştir. İlk alan olan “iklim değişikliği”, sera gazlarında AB’nin hedefi olan 2008’den 2012’ye kadar %8 indirim ve 2020’de küresel emisyonlarda %20-40 indirim hedeflemektedir. “Doğa ve biyoçeşitlilik” Avrupa genelinde farklı canlı türlerinin yaşamlarını tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması, deniz biyosisteminin korunması, endüstriyel ve maden kazalarının önlemesi için gerekli önlemlerin alınmasını hedeflemektedir.
“Çevre ve sağlık” teması, insan sağlığını tehdit eden çevre unsurlarını değerlendirmeye yönelik küresel bir yaklaşım geliştirilmesi, birlik genelinde su kalitesinin korunması, gürültü azaltma, hava kalitesi için tematik strateji belirleme konularına ağırlık vermektedir. Son olarak, “doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve çöp yönetimi” ile doğal kaynakların gereksiz israfını ve atık hacminin sürekli artışını sona erdirmek amaçlanmıştır. Bu alan altında geri dönüşümün artırılması, entegre ürün politikasıyla daha çok çöp çıkmasını önleme gibi amaçlar sıralanmıştır. Çevre Eylem Programları, AB’yi ve dünyayı tehdit eden çevre sorunlarını ortaya koyan ve amaçlar sıralayan ve Birliği eyleme çağıran programlardır. Amaçlananlar Birlik düzeyinde her zaman uygulanmasa da ortaya konması dahi bu sorunların kabul edilmesi ve eyleme bir an önce geçilmesi gerekliliğini vurgulaması açısından önem taşımaktadır.
2001-2010 yıllarını kapsayan 6. programın yürürlükte olduğu bugüne değin kabul edilen çevre eylem programları şunlardır :

• Birinci Çevre Eylem Programı (1973-1976)
• İkinci Çevre Eylem Programı (1977-1981)
• Üçüncü Çevre Eylem Programı (1982-1986)
• Dördüncü Çevre Eylem Programı (1987-1992)
• Beşinci Çevre Eylem Programı (1993-2000)
• Altıncı Çevre Eylem Programı (2001-2010)

İlk dört ÇEP, dörder yıllık dönemler için üstlenilmiştir. 5. ÇEP geçmiş ÇEP’lere oranla çok daha kapsamlı bir program olup amaçları daha uzun bir dönem için belirlenmiştir.22 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6. ÇEP beş yıl sonra gözden geçirilmek üzere, gelecek on yıl için AB’nin çevre alanında önerilmiş programını ortaya koymaktadır.

2.5.1. Birinci Eylem Planı

Birinci Çevre Eylem Programı 1973-1976 yılları arasını kapsayan ve Avrupa Birliği’nin çevre politikasını ve amaçlarını belirleyen bir eylem programıdır. Bu program iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, Birlik çevre politikasının hedef ve ilkelerini ve gelecek iki yıl içinde Birlik düzeyinde yürütülmesi gereken eylemlerin genel bir tanımını yapmakta, öncelikleri ve zaman cetvelini getirmektedir. İkinci bölümde ise çevrenin korunması ve geliştirilmesi için alınacak somut çevre önlemlerinin ayrıntılı bir açıklaması yapılmaktadır. Programda tanımlanan çevre ilkeleri şunlardır;

 Kirliliğin kaynağında önlenmesi,
 Çevrenin tüm karar alma süreçlerinde göz önünde bulundurulması,
 Kirleten öder ilkesi,
 Milletler arası işbirliğinin teşvik edilmesi
 Çevre bilincinin arttırılmasıdır.

2.5.2. İkinci Eylem Planı
1977 ve 1981 yılları arasında yürütülen program 1.Eylem planının devamı ve genişletilmiş halidir. Bu planda öncelik, su ve havanın kirlenmesinin engellenmesindedir. Bunun yanında Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ilk kez burada gündeme getirilmiştir. AT, bu iki eylem planı sonrası aşağıda sıralanan kararları almıştır.
 Kirlenmenin önlenmesi, meydana gelmesinden sonra ortadan kaldırılmaya çalışılmasından daha etkilidir,
 Kirleten öder ilkesi,
 Herhangi bir faaliyetin çevreye etkisinin de göz önüne alınması ilkesi,
 Çevresel eylemlerin en uygun ve en elverişli düzeyde ele alınması ilkesidir.

2.5.3. Üçüncü Eylem Planı
1982 ve 1986 yılları arası süren bu program ilk iki eylem planında yer almayan konuları kapsamaktadır. Programın içeriğinde; Çevre politikasının diğer politikalar ile uyumlaştırılması, ÇED prosedürünün hazırlanması, bazı önemli noktalara çevresel konumu açısından öncelik verilmesi, yer almaktadır.
Üçüncü Program'da, Topluluğun çevre politikasının amacının öncekilere göre oldukça geniş bir bakış açısıyla ortaya konduğu görülüyor: İnsan sağlığının korunması; su, hava, toprak, iklim, hammaddeler, yapay çevre, doğal/kültürel miras, flora, fauna gibi yaşam kalitesinin belirlenmesinde doğrudan etkili olan bütün öğelerin, kaynakların korunması ve iyileştirilmesi. Ortak çevre politikasının, ilk iki programa göre daha ayrıntılı ve kapsamlı biçimde belirlenmesi, çevre sorunlarının geçen 10 yıl içinde nicelik ve nitelik açısından geçirdiği değişimle ilgilidir.

2.5.4. Dördüncü Eylem Planı

Dördüncü çevre eylem programı, Avrupa Tek Senedi’nden sonraki ilk çevre eylem programı olduğu için Tek Senet ’in belirtmiş olduğu hedefleri benimsemiştir. Bu program Birliğin, bu programa kadar uyguladığı politikaların tümünü çevre koruma boyutuyla ele almıştır. Çevre korumanın etkin olabilmesi, diğer Birlik politikalarının çevreyi göz önüne almalarına bağlıdır. Nükleer güvenlik konusunun ilk kez ele alındığı dördüncü çevre programının konuları; kirliliğin önlenmesi, kaynakların işletilmesinin düzeltilmesi, uluslararası faaliyetler ve destek sağlayabilecek araçların geliştirilmesi olarak belirlenmiştir. Dördüncü programın öncelikli faaliyet alanlarını ise; hava kirliliği, su kirliliği, kimyasal maddeler, biyoteknoloji, gürültünün önlenmesi, doğa koruma alanlarında önlemler alınması, toprağın korunması, atıkların kontrolü, kentler ve kıyı bölgeleri olarak düzenlenmiştir.

2.5.5. Beşinci Eylem Planı

7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması ve Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma konferansında kabul edilen yeni bildiriler sonucunda çevre politikaları yeni bir boyuta geçmiştir. 1993–2000 yılları arasında yürürlüğe girmiş olan bu program içerisinde çevreyi kirlenmeden önce koruma ve ortak sorumluluk ilkesi ana temayı oluşturmaktadır.
Beşinci Çevre Eylem Programı,1992 yılında gerçekleştirilen Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı'nın ve aynı yıl kabul edilen Maastricht Antlaşması’nın izlerini taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, çevresel önlemlerin diğer politika alanlarıyla bütünleştirilmesi, serbest piyasa ekonomisi araçlarından yararlanılması ve toplumdaki bütün aktörlerin ortak katılımının sağlanması ilkeleri üzerine kurulan Program, sanayi, enerji, ulaştırma, tarım ve turizm olmak üzere beş temel sektörün çevre üzerinde yarattığı baskıya yönelmiştir. Öncekilere göre daha kapsamlı ve ayrıntılı biçimde düzenlenen ve çevre sorunlarını geniş bir bakış açısıyla ele alan Beşinci Program, iklim değişikliği, hava kirliliği, doğal kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin kaybı, kentsel çevrenin bozulması, kıyı alanları ve atıklar üzerinde özellikle durmaktadır. Rio Konferansı’nda her biri için ayrı anlaşma belgeleri üretilen, iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin kaybı, ormansızlaşma gibi küresel sorunların yanı sıra Orta ve Doğu Avrupa’nın çevre sorunları da Program’da değinilen konular arasındadır.

2.5.6. Altıncı Eylem Planı:
Avrupa Birliği’nin, ‘Çevre 2010: Geleceğimiz, Tercihimiz’ başlıklı Altıncı Çevre Eylem Programı 10 Eylül 2002 tarihli Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Program, 1 Ocak 2001-31 Aralık 2010 tarihlerini kapsamaktadır. Program’ın amacı 2010 yılına kadar Topluluk çevre politikasının hedef ve önceliklerini, Avrupa Birliği’nin sürdürülebilir gelişme stratejisinin uygulanması için alınması gereken önlemleri ortaya koymaktır.
Program’ın belirlediği beş öncelikli husus şu şekilde sıralanmaktadır:

• Mevcut mevzuatın iyileştirilmesi: Çevre Hukuku’nun Uygulanması ve Yürütülmesi Ağı (IMPEL), üye ülkelerin çevre mevzuatının daha etkin uygulanması için oluşturdukları resmi olmayan ağdır. Avrupa Komisyonu, IMPEL toplantılarının başkanlığını yapmaktadır. Ağ, bilgi ve tecrübe değişimi ile 10çevre mevzuatının uygulanması ve yürütülmesinde tutarlı bir yaklaşım geliştirilmesini teşvik etmektedir.

• Çevre gereklerinin diğer politikalara entegre edilmesi: Kullanılan araçlar bütünleşme sürecini gözlemleyecek göstergelerin geliştirilmesini içermektedir.

• Piyasa ile yakın çalışma: Piyasa ile yakın çalışma iş dünyasından ortaklıklar kurulması anlamına gelmektedir. Çevresel Yönetim ve Denetleme Planı (EMAS)’ın yaygınlaştırılması, şirket çevre performans ödüllendirme sistemlerinin oluşturulması, gönüllü bağlantıların teşvik edilmesi, bütünleşmiş ürün politikasının oluşturulması, eko-etiketleme sistemlerinin kullanılması ve çevresel zorunluluk mevzuatının kabul edilmesi bu bağlamda alınacak önlemler olarak belirlenmiştir.

• Kişilerin alışkanlıklarının değiştirilmesine yardım edilmesi: Çevreye dair bilgi kalitesinin iyileştirilmesi önlemleri bu kapsama girmektedir.

• Arazi kullanımı planlaması ve idare kararlarında çevre konusunun dikkate alınması: 6. Çevre Eylem Programı bu önceliklere ek olarak dört hareket alanı belirlemiştir. Bu alanlar; iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik, çevre ve sağlık, kaynak ve atıkların sürdürülebilir idaresi olarak açıklanmaktadır.

2.6. Avrupa Birliğinin Çevre Mevzuatı

Avrupa Birliği’nin çevre alanında bütün ekler ve teknik uyarlamalar da dahil olmak üzere 561’den fazla yasal düzenlemesi bulunmaktadır. Avrupa Birliği bu mevzuatla dünyanın en kapsamlı ve yüksek standartlı çevre mevzuatına sahiptir. Birlik, bu yasal düzenlemeleri dokuz ayrı başlık altında toplamıştır. Her bir başlık altında birden fazla Direktif bulunmaktadır. Bu yasal düzenlemelerin bilinmesi uyum sürecinde Türkiye’de farklı sektörlerin nasıl etkileneceğinin görülebilmesi açısından önem taşımaktadır.

AB Çevre Mevzuatının Yapısı:

2.6.1. Yatay Mevzuat

Yatay alt başlığı, su, atık gibi belirli çevre konularının ötesinde, çeşitli çevresel alanlarda uygulanmakta olan mevzuattan oluşmaktadır. Yatay mevzuat, kapsam olarak usul ile ilgili olup, karar verme, yasa taslağı hazırlama ve uygulamanın geliştirilmesine yönelik yöntem ve mekanizmaları mümkün kılar. Çevre alanında genel politikalar (yatay mevzuat) konusunda mevcut AB mevzuatı, 5 ana grup altında özetlenebilen mevzuat düzenlemelerinden oluşmaktadır. Bunlar: Çevresel Etki Değerlendirilmesi (ÇED), Çevresel Bilgiye Erişim, Avrupa Çevre Ajansı, Çevre için Mali Araç (LIFE) ve Raporlamadır. Yatay mevzuat kapsamındaki direktifler, çevre konusundaki bilginin toplanması ve değerlendirilmesi, tüm katılımcıların bilgiye ulaşım ve karar alma prosedürüne katılma hakkı, sorumlulukların Komisyon’a rapor edilmesi ve çevre üzerinde olumsuz etkisi olabilecek projelerin bulunması halinde, önerilen projelerin çevresel etki değerlendirmelerinin hazırlanması sorumluluğu ile ilgilidir.

2.6.2. Hava Kalitesi

Hava kalitesinin korunması, katı kirliliklerin havayla temasının engellenmesi yanında enerji, ulaşım, turizm ve arazi imarı gibi birçok alanda önlemlerin alınması ile mümkün olabilmektedir. Bunun için de hem Birlik düzeyinde hem de ulusal ve yerel düzeyde uygulanan politikalarda önemli değişiklikler gerekmektedir. Ozon tabakasının aşınması sorunu, asitleşmenin ve yer düzeyindeki ozon ile diğer kirleticilerin kontrolü ve iklim değişiklikleri ile küresel ısınma, Birliğin, havanın korunmasına dair başlıca uğraş alanlarını oluşturmaktadır. Her bir sorun, toplumun ve endüstrinin farklı kesimlerinden etkilenmekte olup, kendine özgü çözümler gerektirmektedir. Ozon tabakasının aşınması konusunda Birlik, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın onay ve desteği ile 120’den fazla ülke tarafından kabul edilmiş olan bir çerçeve içinde hareket etmektedir. Ozon tabakasına zarar veren kloroflorokarbonların ve halonların aşama aşama devreden çıkarılması hedefine 1996 yılında ulaşılmıştır. Hidrokloroflorokarbonların (HCFC) ise 2004 yılına kadar %35 oranında azaltılması hedeflenmekte, 2030 yılında ise tamamen yasaklanması öngörülmektedir. Birlik ayrıca, BM Uzun Vadeli Sınır ötesi Hava Kirliliği Hakkındaki Avrupa Sözleşmesi için Ekonomi Komisyonu kararınca sülfür dioksit (SO2) miktarını %70, nitrojen oksit (NOX) oranını da %30 oranında azaltmıştır. Karbondioksit (CO2), metan ve azot oksit emisyonlarında ise 2005 yılına kadar %7,5, 2010 yılına kadar da %15 azaltma yapılması amaçlanmaktadır. Emisyonları azaltmanın en geçerli yollarından biri enerji tüketimini azaltmaktır. AB, petrol ve motorlu taşıt endüstrileri nezdinde yakıt tüketiminin azaltılması ve hava kalitesinin artan trafiğe rağmen iyileşmesini sağlayacak, düşük maliyetli emisyon limitleri ve yakıt kalitesi standartları getirilmesi yönünde politika geliştirmektedir.

2.6.3. Atık Yönetimi

Topluluk sınırlarında her yıl 2 milyar ton dolayında atık ortaya çıkmaktadır. Bunların 40 milyondan fazlasını zararlı olarak sınıflandırılan atıklar oluşturmaktadır. Atıklar çevreye verdikleri zararın yanında, insan sağlığını ve yaşamını da tehdit etmektedir. Yetersiz atık dolum tesisleri hızla dolmakta, ağır metaller ve toksinler yer altı sularına ve toprağa karışmaktadır. AB, atık sorunuyla ilgili olarak teknik araştırma, dönüşüm endüstrilerinin geliştirilmesi, eğitim, bilinçlendirmeye yönelik eylem programları ve iyi uygulamaların değişimi gibi konulardaki tedbirleri desteklemekte ve finanse etmektedir. Atık yönetimi alanında belli başlı katılımcıları merkezi hükümet, çevre ajansları, yerel ve bölgesel yönetimler, atık yönetim firmaları, endüstriyel ya da ticari amaçlı atık üreticileri, kamusal ya da hükümete bağlı olmayan sivil toplum organizasyonları oluşturmaktadır. Burada amaçlanan farklı toplumsal tarafların çözüm arama eylemine katılımını sağlamaktır. AB mevzuatı ile atık yönetimine ilişkin belirlenmiş beş temel prensip şunlardır:

• Atık yönetimi hiyerarşisi:

Üye ülkeler, atık üretiminin önlenmesi, azaltılması ve zararın indirgenmesine, bunun yanında yeniden kullanım, dönüşüm ve atıkların enerji olarak kullanımına öncelik vermelidirler. Enerji kurtarımı olmadan yakarak ve toprak altında depolayarak atıklardan kurtulma, hiyerarşinin en alt sınırında yer almaktadır.

• Topluluk ve üye ülke düzeyinde kendine yeterlilik: En uygun teknoloji kullanılarak kapsamlı, entegre ve yeterli düzeyde atık kullanım tesisatı kurulmasını içermektedir.

• Asgari gidere sebep olan en uygun teknoloji (BATNAET):

İşletmelerden çevreye yayılan emisyonların ekonomik açıdan verimli bir şekilde mümkün olan en az seviyeye indirilmesidir.

• Yakınlık:

Bu prensip, atıkların kaynağına mümkün olduğunca yakın bir alanda yok edilmesi gereğini vurgulamaktadır.

• Üretim sorumluluğu:

Bu prensip, atık kullanımı masraflarının atık üreticisi tarafından karşılanması ya da atığı kullanım ya da toplama amaçlı olarak sahiplenen kesim tarafından karşılanması anlamına gelen “kirleten öder” ilkesinin uygulanmasıdır.

2.6.4. Su Kalitesi

Yerüstü ve yeraltı sularının korunması ile ilgili çok sayıda yönerge çıkarılmış, içme ve kullanma suyu, balıkçılık ve kabuklu deniz hayvanı yetiştiriciliğinde kullanılan su için kalite standartları getirilmiştir. Buna benzer biçimde, zehirli atık boşaltımı da sıkı bir biçimde denetlenmektedir. Ayrıca Birlik, uluslararası sularda kirliliğin azaltılmasına yönelik sözleşmelere de katılmıştır.

2.6.5. Habitat/Doğa Koruma

Yaban Yaşamının Korunması ile ilgili Bern Sözleşmesi’nin altında imzası bulunan AB, üye ülkelere Kuşların Korunması ile ilgili Paris Sözleşmesi’ne ve sulak alanlarla ilgili Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olmayı önermektedir. Yaban kuşlarının, habitatların korunması, yavru fok balıklarının derilerinden yapılan ürünlerin ithalatının yasaklanması ve hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen bilimsel deneylerin denetimi ve sınırlandırılması ile ilgili yönergeler bulunmaktadır.

2.6.6. Endüstriyel Kirliliğin Önlenmesi ve Risk Yönetimi

Endüstriyel üretim süreçleri Avrupa’daki toplam kirlilik içinde önemli bir yere sahiptir ve bunların sürdürülebilir çevre koşulları önünde bir engel teşkil etmesinin önüne geçilmelidir. Bu başlık altındaki Direktif ve Tüzüklerin kapsadığı başlıca alanlar; endüstriyel emisyonların kontrolü, önemli kazaların sebep olduğu zararların kontrolü ve çevresel muhasebe ile eko-etiketlenmesidir.

2.6.7. Kimyasallar ve GDO’lar

Tehlikeli maddelerin etiketlenmesi, paketlenmesi ve sınıflandırılması ile ilgili türlü yönergeler yayımlanmıştır. Piyasada bütün kimyasal ürünleri kapsayan Avrupa envanter listesi sayesinde kimyasalların ihbar, değerlendirme ve denetlenmesi mümkün olmaktadır. Üreticilere, ilgili kurumlara, kirletici maddeler, fabrikalar ve kaza yerleri hakkında bilgi vermeyi zorunlu kılan bir yönerge de yayımlanmıştır. 2.6.8. Gürültü Kirliliği
Arabalar, kamyonlar, motosikletler, traktörler, uçaklar, çim biçme makinaları ve inşaat araçları için üst düzey gürültü düzeyini belirleyen yönergeler kabul edilmiştir. Helikopter ve demiryolları ile ilgili düzenlemeler de öneri aşamasında bulunmaktadır. Gürültü problemi, daha çok büyük yerleşim merkezlerinde görülen bir çevre problemi olup özellikle kasaba ve şehirlerde yaşayan insanları etkilemektedir. Gelecekteki gürültü politikası konusundaki niyet mektubu Avrupa Komisyonu tarafından 1996 yılında yayınlanmıştır. Dışarıdaki gürültünün çoğu ulaşım araçlarından kaynaklanırken, gürültü emisyonlarının hacmi, dışarıda kullanılan araçların artması sonucunda sürekli olarak artış göstermektedir. Araçların sebep olduğu gürültünün azaltılması hakkındaki Topluluk politikası, izin verilebilir emisyon seviyeleri, garanti edilen gürültü emisyon düzeyleri hakkında araç üzerine işaret koyulmasını veya gürültü testi kodlarını ortaya koyan direktiflerin kabulünü içermektedir.

2.6.9. Nükleer Güvenlik ve Radyoaktif Kirliliğin Önlenmesi

Topluluk Radyasyondan Korunma Politikası, radyasyon veya radyoaktif maddelerin kullanıldığı işlemlerden, örneğin nükleer yakıt çeviriminin yanı sıra tıbbi ve endüstriyel uygulamalardan kaynaklanan iyonize edici radyasyonun doğurduğu tehlikelere maruz kalmış çalışanların ve halkın korunmasını amaçlamaktadır. Topluluğun radyasyondan korunma alanına şu öğeler girmektedir: kamunun maruz kalması, meslek gereği maruz kalma, tıbbi nedenlerle maruz kalma, doğal radyasyon, çevresel denetim ve değerlendirme, acil durumlara hazırlık ve müdahale, eğitim, bilgilendirme ve hazırlama. AB’de nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma konularına ilişkin esas yasal zemini Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu Antlaşması (EURATOM) oluşturmaktadır. Antlaşma dahilindeki çerçeve direktif ‘Temel Güvenlik Standartları’ direktifidir. Söz konusu direktif yapay radyasyon kaynakları dahil, doğrulanmış işlemler için sağlık ve güvenlik kurallarını tarif etmektedir. Bu kurallar ve işlemler uygulayıcı ülkede açıklanmalı ve bunlara dair yetkili kurumlardan izin alınmalıdır. Temel standartlara uyulmasının sağlanması için gerekli önlemlerin alınması üye ülkelerin sorumluluğundadır.

3. ÇEVRE POLİTİKASININ UYGULAMA ARAÇLARI
AB’de çevre yönetiminin asıl uygulayıcısı üye ülkeler olsa da, Birlik türlü araçları kullanarak, üye ülkeleri yönlendirmeye, uygulama farklılıklarını azaltmaya çalışmaktadır. Söz konusu araçlar arasında, tüzel düzenlemeler, örnek projeler, destek fonları ya da çeşitli düzenekler bulunmaktadır. Birliğin çevre politikasını yaşama geçirirken kullanılan araçlar şöyle sıralanabilir:
• Çevre Kirliliği Hakkında Bilgilere Serbest Ulaşım:

Çevreyle ilgili bilgilere erişimin ve bunları yaymanın serbestliğine ilişkin bir kuraldır. Buna göre, ulusal yetkili makamların çevrenin durumu hakkında istenen bilgileri, isteyen kişi konuyla ilgisi ya da çıkarı olduğunu ispat etmek zorunda kalmadan, vermesi gerekmektedir.

• Çevresel Etki Değerlendirmesi:

Herhangi bir projenin çevreye olası etkilerini değerlendirmek için başlatılan ve halk katılımını gerektiren bir düzenektir. Önleyicilik ilkesinin yaşama geçirilmesinde özel yeri bulunan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecine ilişkin türlü yönergeler bulunmaktadır.

• Çevre Dostu Ürünler İçin Eko-Etiket (Eco-label):

Sürdürülebilir kalkınmayı sağlayarak ortak pazara varma hedefine yönelik önlemlerden biridir. Çevreye olumsuz etkileri giderilmiş mal ve hizmetleri vurgulama amacını taşıyan düzenek gönüllülük esasına dayanmaktadır. Üreticiler ya da ilk ithalatçılar, her bir üretim grubuna göre ayrı ayrı saptanmış koşulları yerine getirdiklerinde eko-etiket almaya hak kazanırlar. Aranan koşullar, AB Eko-Etiketleme Kurulu tarafından belirlenmektedir.

• LIFE Programı:

Çevre alanında öncelikli projeleri maddi açıdan desteklemek için 1992 yılında kurulan program, aynı yıl kabul edilen Avrupa Tek Senedi ve Beşinci Eylem Programı’nın izlerini taşımaktadır. Program üç ayrı alandaki projeleri desteklemektedir: “LIFE-Nature”, doğa koruma; “LIFE-Environment”, çevre politikasının ve yasal düzenlemelerin uygulanması, “LIFE-Third Countries” ise Birlik dışındaki ülkelerin çevreyle ilgili projelerine katkı sağlamak üzere oluşturulmuştur. 1992-1994 yılları arasında 40 ülkede 2500 dolayında projeyi destekleyen LIFE, bu girişimlere toplam 1,36 milyar Euro’luk kaynak aktarmıştır.

• Çevresel Denetleme (Eco-audit):

Üye ülkelerce başlatılması gereken çevresel denetleme sürecinin amacı, işletmelerin yasal düzenlemelere ve ortak standartlara göre çevreye duyarlılığını belirlemektedir. Çevre Yönetimi ve Denetimi Sistemi (EMAS)ise şirketler ve diğer kuruluşların çevresel performanslarını değerlendirme, raporlama ve geliştirmeleri amacını taşıyan bir yönetim aracıdır. EMAS, 2001 yılından beri kamu ve özel kesimdeki bütün ekonomik sektörlere açıktır. Gönüllü katılım esasına dayanan EMAS’a, üye ülkeler ve Avrupa Ekonomik Alanı’ndaki European Economic Area) üç ülkeden başvuru yapılabilmektedir. Birliğe aday ülkelerin de kendi iç düzeneklerini bu yönde hazırladıkları görülmektedir.

4. AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇEVRE POLİTİKASI VE TÜRKİYENİN UYUMU AB çevre mevzuatının, Türkiye gibi üyelik müzakerelerine başlayacak bir ülkede üç aşamalı bir uyum sürecinden geçmesi gerekmektedir.

• Mevzuat Uyumlaştırması:

AB çevre mevzuatının tüm şartları ulusal mevzuata uygun hale getirilmelidir. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli nokta AB mevzuatının büyük çoğunluğunun yönergelerden oluşmasıdır. Böylece, Türkiye gerekli olan uyumlaştırma çalışmalarında hukuki, kurumsal ve idari yapılanmasına uygun olarak ilgili yönergenin nihai amacına ulaşacak her türlü metodolojisini kendi belirleyebilme hakkına sahiptir. Bu da Türkiye’ye doğrudan tercümeden çok, her bir yönergeyi ulusal yapıyı dikkate alarak uyumlaştırması olanağı tanımaktadır.

• Mevzuatın Uygulanması:

Ulusal hukuka uyumlaştırılmış mevzuatın yetkili otoritelerce uygulanması uyum sürecinin en önemli aşamasıdır. Söz konusu mevzuatın uygulanabilmesi için ilgili otoritenin kapasitesinin ve altyapısının geliştirilmesi, ilgili otoriteye yeterli bir bütçenin tahsisi ve mevzuata uygun yönetmelik çıkarabilme yetkisi verilmelidir.
• Yaptırım:

Mevzuatın uygulanmasına yönelik kontrollerin yapılması ve mevzuata uygun uygulamaların yapılmadığı zamanlarda cezaların verilmesi gerekmektedir.

Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğunun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959'da Topluluğa üye olmak için başvurmuş, 10–11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde oybirliği ile AB'ne aday ülke olarak kabul edilmiştir. 2004 yılının Aralık ayında Brüksel'de yapılan AB Konseyi Zirvesi’nde, Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına oybirliğiyle karar verilmiştir. Bu karar neticesinde ve Avrupa
Komisyonu’nun 6 Ekim 2004’te hazırladığı rapor ve tavsiye kararı doğrultusunda “Katılımcı Ülke (Accesion Country)” statüsüne sahip olan Türkiye’nin; Katılım Ortaklığına uyum sağlamak için hazırlanacak çevre strateji dokümanında kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri ortaya koyması ve bu doğrultuda çevre müktesebatını uygulaması gerekmiştir. 3 Ekim 2005 tarihinden bu yana AB, Türk çevre politikasına bazı resmi belgeler ile yön vermektedir. O nedenle bu çalışmada Türkiye’nin çevre mevzuatına uyum sağlama da hangi aşamada olduğunu görmek açısından Türkiye 2012 İlerleme Raporu’nun incelenmesi gerekli görülmüştür.

Türkiye 2012 ilerleme raporuna göre son durum aşağıdaki gibidir;

Çevre alanında yatay mevzuatta hemen hemen hiç ilerleme kaydedilmemiştir. Çevresel Sorumluluk ve INSPIRE direktiflerinin iç hukuka aktarılması için hazırlıklar devam etmiştir. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Direktifi konusunda, sınır ötesi istişareler yapılmasına yönelik usuller uyumlu hale getirilmemiştir ve Türkiye, ÇED konusunda sınır ötesi işbirliğine yönelik genel ikili anlaşmalar taslağını henüz ilgili üye devletlere göndermemiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıyısında inşa edilmesi planlanan Türk-Rus nükleer güç santrali, ulusal ve uluslararası kamuoyunda kaygı yaratmaya devam etmektedir. Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) Direktifi’nin iç hukuka aktarılması henüz tamamlanmamıştır. Çok sayıda büyük hidroelektrik santralinin inşa edilmesine yönelik planlar için stratejik çevresel değerlendirme veya uygun ÇED çalışmaları yapılmamıştır.
Hava kalitesi konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Ulusal Emisyon Tavanları Direktifinin iç hukuka aktarılması ve uygulanması için hazırlıklar devam etmiştir. Hava kalitesi ile ilgili mevzuatın uygulanması ve yürütülmesine yönelik idari kapasite hâlâ yetersizdir.
Elektrikli ve elektronik atık eşyaların kontrolü ile ilgili mevzuatın kabul edilmesiyle birlikte, atık yönetimi konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Düzenli depolama tesislerinin AB standartlarına getirilmesi ve tehlikeli atıkların yönetiminin iyileştirilmesine yönelik çabalar devam etmiştir. Ayırma ve geri dönüşüm kapasitesi artırılmıştır. Türkiye’nin, atık yönetimi planlarını hazırlaması ve uygulamasıyla bağlantılı olarak, AB atık çerçeve direktifi gerekliliklerini hâlâ yerine getirmesi gerekmektedir.
Yeni su kanunu ve nehir havzası yönetimi ile yer altı suları ve içme suyuna ilişkin mevzuatının kabul edilmesiyle birlikte, su kalitesi konusunda iyi düzeyde ilerleme kaydedilmiştir. Nehir havzası koruma eylem planlarının, nehir havzası yönetim planlarına dönüştürülmesine yönelik hazırlıklar devam etmektedir. Ancak, su yönetimine ilişkin kurumsal çerçeve henüz nehir havzası düzeyinde örgütlenmemiştir ve su sektörünün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinden ayrılmasının ardından, kurumsal koordinasyon konusunda sorunlar yaşanmıştır. Su yönetimi konularında bilimsel tavsiyelerde bulunmak üzere Türkiye Su Enstitüsü kurulmuştur. Su konularıyla ilgili sınır ötesi istişareler ilerlemekle birlikte hâlâ erken bir aşamadadır. Yunanistan sınırındaki Ergene Nehri için Ergene Havzası Koruma Eylem Planı hazırlanmıştır ve İstanbul’a su temini planlarının, Mutludere (Revze) nehri ağzında bulunan Natura 2000 alanları üzerindeki potansiyel etkisi konusunda Bulgaristan ile yürütülen görüşmeler sürmektedir. Son dönemdeki yatırımlara bağlı olarak, atık su arıtımı kapasitesi artmıştır.
Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmeliğin kabulüyle birlikte, doğa koruması konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Doğa koruması ile ilgili çerçeve mevzuat ve ulusal biyo-çeşitlilik stratejisi ile eylem planı henüz kabul edilmemiştir. Potansiyel Natura 2000 alanları henüz belirlenmemiştir. Büyük ölçekli su ve enerji altyapısının tesis edilmesinin, bu alanlar üzerinde yaratacağı olası olumsuz etkiler önemli bir sorun olarak mevcudiyetini sürdürmektedir. Bozuk orman alanlarının özelleştirilmesi hakkındaki kanun, Türkiye’deki orman habitatlarının azalacağı yönünde endişelere sebep olmaktadır.
Endüstriyel kirlenmenin kontrolü ve risk yönetimi konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Endüstriyel kirlenmenin kontrolüne ilişkin yönetmelik değiştirilmiştir ve Türkiye, petrol kirliliğinin iyileştirilmesi hakkındaki uluslararası anlaşmada yapılan değişiklikleri onaylamıştır. Seveso II’ye yönelik bir Düzenleyici Etki Analizi (DEA) 2012 yılında tamamlanmıştır. Endüstriler için internet tabanlı izin sistemi oluşturulmuştur, ancak entegre izin sisteminin kurulması hâlâ erken aşamadadır.
REACH dâhil kimyasallar konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Etkili uygulama için kapasite hâlâ yetersizdir.
Gürültü konusundaki mevzuat uyumu ileri düzeydedir ancak, gürültü haritalarının ve eylem planlarının hazırlanması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir.
İklim değişikliği konusunda genel politika geliştirilmesi bakımından sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye, 2023 yılına kadar olan süreyi kapsayan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planını (İDEP) kabul etmiştir. İDEP kapsamında, bina, sanayi, ulaştırma, atık, tarım ve ormancılık sektörlerindeki birincil enerji yoğunluğu ve enerji tasarrufu bakımından büyük emisyon azaltımı öngörülmesine rağmen, genel bir ulusal hedef kabul edilmemiştir. Türkiye, en büyük sera gazı emisyonu gerçekleştiren ülkelerden biri olmakla birlikte, 2020 yılı için henüz bir sera gazı emisyon azaltım hedefi belirlememiştir. Türkiye, BMİDÇS kapsamında beşinci ulusal bildirimini henüz sunmamıştır. Bununla birlikte, Türkiye sera gazı envanterlerini, gerektiği şekilde yıllık bazda göndermektedir. Türkiye, AB’nin bazı resmi tutumlarını benimsemiştir.
Türkiye, artık Katılım İçin Bölgesel Çevre Ağı (RENA) kapsamındaki iklim çalışmalarına düzenli katılım sağlamamaktadır. Nisan 2012’de RENA kapsamında AB-Türkiye İklim Değişikliği İşbirliği konusunda üst düzey katılımın sağlandığı başarılı bir konferans gerçekleştirilmiştir. Türkiye, sera gazı emisyonlarının izlenmesine ilişkin bir yönetmelik kabul etmiştir. İklim değişikliği alanındaki diğer mevzuata ilişkin olarak ilerleme kaydedilmemiştir ve Türkiye’nin AB mevzuatına uyum sağlamak ve mevzuatı uygulamak için daha fazla adım atması gerekmektedir.
İdari kapasite konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Geçen yıl gerçekleştirilen kapsamlı idari yeniden yapılanma, su ve doğa koruma alanındaki sorumlulukların bölünerek tahsis edilmesiyle sonuçlanmıştır. Yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığında, çevre ve kalkınma gündemleri arasında hâlâ denge kurulması gerekmektedir ve özellikle büyük altyapı projelerinin uygulanması sırasında çevresel unsurlara yeterli önemin verilmediği ve çevreyle ilgili STK’lar da dâhil, anlamlı bir kamu istişare süreci sağlanması için gereken istek ve yetenek konusunda eksiklikler olduğu yönünde endişeler mevcuttur. Başta denetim, izleme ve izin olmak üzere, çevre yönetimi alanında il bazındaki yetkilerin kaybedilmesine ilişkin bazı kaygılar söz konusudur. Çevre ve iklim değişikliği alanlarında sorumlulukları olan çeşitli kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi için daha fazla çaba gerekmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesindeki iklimle ilgili birimin daha fazla güçlendirilmesi gerekmektedir.

5. TÜRKİYE İÇİN UYUMUN MALİ YÜKÜ

Türkiye’yi bekleyen asıl sorun çevre mevzuatının uygulanması için gerekli olacak ciddi boyutlardaki yatırım miktarıdır. Türkiye, bu ağır yatırımı karşılayabilmek için bir an önce bir strateji belirlemeli ve uygulamaya sokmalıdır. Türkiye’nin 2024 yılına kadar AB çevre mevzuatının uyumlaştırılması için yapması gereken toplam yatırım miktarı EHCIP adı verilen bir proje ile öngörülmüştür. Bu proje kapsamında ağır yatırım gerektiren çevre Direktiflerinde uyumun maliyeti hesaplanmış ve dokuz başlık altında incelenmiştir. Proje sonuçlarına göre Türkiye’nin, 2024 yılına kadar çevre alanında tüm personel ve teknik destek dahil 70 milyar € dolayında yatırım yapması gerekmektedir. Personel ve teknik destek dışında gerçekleşecek 68 milyar Euro’nun Direktifler bazında incelendiği Tablodan da görülebileceği gibi en önemli bölümü “İçme Suyu ve Atık Su” alanında toplam 37 milyar € olarak hesaplanmıştır. Bir diğer ağır yatırım gerektiren alan 14 milyar € ile “Endüstriyel Kirlilik”tir. “Atık Yönetimi” de yine yaklaşık 14 milyar € ile ağır yatırımın gerekeceği alanlardan biri olacaktır. Bu öngörülen miktarlar çevre müzakerelerinin ne kadar zorlu geçeceğine işaret etmektedir.

TABLO 1: Türkiye’nin AB Uyumunda Çevre Alanında Üstlenmesi Gereken Yatırım Maliyeti; Direktif Bazlı İnceleme

6. TÜRKİYENİN AVRUPA BİRLİĞİNE UYUM SÜRECİNDE İŞLETMELERE DÜŞEN YÜKÜMLÜLÜKLER

Türkiye’deki mevcut çevre politikalarının dönüşümüne ve Türk kamu ve özel sektör işletmelerinin AB’ye uyum sürecinde çevre konusunda yaşanan değişim karşısında sergilemeleri gereken tutuma ilişkin şu önerilerde bulunulabilir:
 Çevre sorunlarının çözümüne yönelik politika üretme konusunda Türkiye’de 1980’li yıllardan bugüne kadar birçok gelişme yaşandığı yadsınamaz bir gerçektir. Türk Çevre Politikaları açısından yaşanan bu gelişim, gerek ülke şartları ve dünyadaki gelişmeler gerekse çevre hassasiyetleri göz önünde bulundurularak devam ettirilmelidir.
 AB’nin bugün sahip olduğu çevre standartları -her ne kadar son üye ülkelerde aynı seviyede olmasa da- dünyadaki standartlarla karşılaştırıldığında oldukça yüksek seviyededir. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Türkiye, diğer konularda göstermek zorunda olduğu hassasiyeti çevre mevzuatının uyumunda da göstermelidir.
 AB’ne uyum sürecinde çevre mevzuatının değişimi ile ilgili birçok düzenlemeyi mevzuat bazında gerçekleştiren Türkiye, mevzuattaki değişimin uygulamaya geçirilmesinde yaşanan eksiklik ve gecikmeler konusundaki sorunlara çözümler üretmelidir.
 AB’ne uyum sürecinde mevzuata ilişkin çalışmalar, farklı konuların gölgesinde kalmadan ve gecikmelere maruz bırakılmadan günümüz ve ülke şartları göz önünde bulundurularak revize edilmelidir.
 AB her yıl aday ülkeler için uyum çalışmalarının ne düzeyde olduğuna dair İlerleme Raporları düzenlemektedir. Türkiye için ilki 1998 ve sonuncusu 2009 yılında olmak üzere her yıl düzenlenen İlerleme Raporları’nda, çevre mevzuatındaki uyumun ne düzeyde olduğu ve ne kadar yol kat edildiği açıkça ifade edilmektedir. Dolayısıyla, AB’ye uyum sürecinin sağlıklı bir şekilde devamı için İlerleme Raporları dikkatlice analiz edilmeli, başarıyla yürütülen konulardaki değişim korunurken yetersiz kalınan konulara daha fazla yoğunlaşılmalıdır.
 Çevre sorunlarının temelinde ekonomik büyüme ile ekolojik denge arasındaki uyumsuzluk yatmaktadır. Üretim faaliyetlerinde ekolojik dengeyi bozmadan ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek zorunda olan işletmeler, çevre sorunlarının çözümü noktasında üzerlerine düşen sorumluluğun bilinciyle hareket etmelidirler.
 Her geçen gün artan bilinçli tüketici davranışları karşısında değişime ayak uydurmak zorunda olan işletmeler, toplumda oluşan çevre duyarlılığı karşısında piyasaya sundukları ürün ve hizmetlerde bu hassasiyeti bir strateji olarak benimsemeye başlamışlardır. Bu bağlamda, işletmeler artık örgütsel stratejilerini belirlerken çevresel stratejileri mutlaka dikkate almalıdırlar.
 Çevre duyarlılığını karar alma süreçlerine dâhil eden, faaliyetlerinde çevreye verilen zararı minimuma indiren, bu amaçla ürün tasarımından atıkların bertarafına kadar tüm süreçlerde değişime giden ve bu duyarlılığı işletme kültürüne yerleştiren bir çevre yönetimi yaklaşımı işletmeler tarafından mutlak surette benimsenmelidir.
 Faaliyette bulundukları piyasadaki rekabetçi konumlarını korumak isteyen işletmeler, çevreye zarar veren ürün ve süreçlerden vazgeçip bu durumu tüketiciye duyurarak pazar paylarını artırmış ve rekabet üstünlüğü sağlamışlardır. Dolayısıyla, çevreye duyarlılığın yeni pazarlar ve fırsatlar sunacağı gerçeği işletmelerce göz ardı edilmemelidir.
 Çevreyi korumaya yönelik yatırımlar kısa vadede maliyetleri artırdığından, her ne kadar bu yatırımları gerçekleştiren işletmeler ile gerçekleştirmeyen işletmeler arasında haksız bir rekabetin yaşandığı düşünülse de çevre korumaya yönelik yatırımların uzun vadede işletmelere getirileri iyi hesaplanmalıdır.
 Yurtiçi ve yurtdışı pazarlarda faaliyette bulunan Türk işletmeleri, çevreye bakış açıları ve çevreye duyarlı faaliyetlerinin üretim ve pazarlama anlayışlarını etkilediği bilincine sahip olmakla birlikte, bu bilinci artan çevre sorunları karşısında daha üst seviyelere taşımalıdırlar.
 Çevre duyarlılığı işletmelerde kullanılan muhasebe sistemlerinde de değişime neden olmuştur. Çevre konularının işletme muhasebe sitemlerine dâhil edilmesinin yeni bir durum oluşu ve uluslararası muhasebe sistemi standartlarına uyumla ilgili henüz ciddi yaptırımların söz konusu olmayışı, Türk işletmelerinin bu konuyu göz ardı etmelerine sebep olmamalı, aksine, işletmeler çevre konularının muhasebe sistemlerine yerleştirilmesi hususunda istekli ve hazırlıklı olmalıdırlar.
 Çevreye duyarlı faaliyetlerin yürütülebilmesi için finansmana ihtiyaç duyan Türk işletmeleri, çevre finansmanını nasıl karşılayacaklarına ilişkin bilgi eksikliği yaşamaktadırlar. Bu noktada AB tarafından sağlanan fonlar, hibe ve yardımlar gibi çevre finansmanı sağlayacak kaynaklar hakkında işletmelere yönelik bilgilendirme faaliyetleri yürütülerek işletmelerin ihtiyaç duyduğu bilgi eksikliği giderilmelidir.
 Türk işletmeleri çevre dostu teknolojilerin temini konusunda çoğunlukla satın alma yoluna gitmektedirler. Uzun vadede işletmeleri dışa bağımlı hale getirecek olan bu yöntem yerine Türk işletmeleri, imkânları nispetinde ARGE faaliyetlerine yönelmeli, imkânlarını aşan durumlarda ise kendileri ile aynı kaderi paylaşan işletmelerle işbirliği yolunu tercih etmelidirler.
 AB’ne uyum süreci ve çevre sorunları konusunda yaşanan olumsuzluklar, Türk işletmelerinde çevre konusunda uzman personele duyulan ihtiyacı artırmıştır. Bu doğrultuda Türk işletmeleri, bir taraftan mevcut personelinin çevre konularına duyarlılığını arttırırken diğer taraftan uzman personelin istihdamı konusunda ciddi adımlar atmalıdır.
 Türkiye’de işletmelerin faaliyette bulundukları alana göre çevreye bakışları değişmektedir. İşletmeler faaliyetlerini sürdürdükleri sanayi dallarına göre çevreyi değişik oranlarda kirletmektedirler. Ancak, neden olunan kirliliğin boyutları farklı da olsa bütün işletmelerin çevre konusunda aynı duyarlılığa sahip olmaları gerekmektedir.
 Kamuoyu nezdinde çevreye duyarlılıklarını göstererek rakipleri karşısında avantaj yakalamak isteyen işletmeler, çevre yönetimi uygulamalarında ISO 14001 vb. çevre sertifikalarına sahip olmalı ve bu sertifikalara sahip olmanın getirdiği yükümlülükleri faaliyetlerinde titizlikle uygulamalıdırlar.
 ISO 14001 sertifikasının dışında başka bir çevre sertifikasına sahip olmamak Türkiye’deki işletmeleri bugün itibariyle rekabette olumsuz etkilememesine rağmen, özellikle uluslararası alanda faaliyet gösteren işletmelerin bu tür sertifikalara sahip olmalarının, onlara rekabet avantajı sağlayacağı unutulmamalıdır.
 Türk işletmeleri, ister kamu ya da özel sektörde faaliyet göstersin, ister AB ülkelerine ihracat faaliyetinde bulunsun ya da bulunmasın çevreye ve topluma yönelik hassasiyetleri göz önünde bulundurarak çevre mevzuatına uyum konusunda üzerlerine düşen sorumluluklarının bilincinde hareket etmelidirler. SONUÇ

Türkiyenin Avrupa Birliğine uyum sürecinde Çevre ve iklim değişikliği alanında daha fazla uyum sağlanması bakımından düzensiz ilerlemeler kaydedilmiştir. Özellikle kayda değer sayıdaki ülkelerin uluslararası düzeyde taahhütlerde bulunup yurt içinde harekete geçmelerinden dolayı, hem yurt içinde hem de uluslararası düzeyde daha iddialı ve koordineli bir iklim politikasının oluşturulmasına ve uygulanmasına duyulan ihtiyaç devam etmektedir. Tüm düzeylerdeki ilgili makamlar arasında koordinasyon ve işbirliğinin yanı sıra, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çevre gündeminin güçlendirilmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Avrupa birliğine katılım sürecinin yoğun çalışmalarla devam ettiği günümüzde AB çevre mevzuatının uyumlaştırılmasında Türkiye’yi bekleyen en büyük sorun uyumlaştırmanın getirdiği ağır mali yük olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada özellikle kamu ve özel sektör işletmelerine ağır yükümlülükler düşmekte ve bu işletmeler için yüksek maliyetli alt yapı çalışmalarına gereksinim duyulmaktadır.

Sonuç olarak Türkiye’nin AB çevre mevzuatına uyumu tam olarak sağlayamadığını ancak çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini ve genel mevzuatın AB uyum çalışmaları çerçevesinde değiştirilmekte ve ilgili düzenlemelerin yapılmakta olduğunu söylemek mümkündür.

KAYNAKÇA

BATAL, Salih, Avrupa Birliği Çevre Politikalarının Temel Özellikleri, Mevzuat Dergisi, Sayı: 148, 2010
BAYRAM, Tuba TURAN ve diğerleri, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Politikaları, Iğdır Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, sayı:1, 2011
BIYIKLI, Gamze, Avrupa Birliği Çevre Politikaları Ve Türkiye, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon, 2009
BUDAK, Sevim, Avrupa Birliği ve Türk Çevre Politikası, Büke Yayınları, İstanbul, 2000
CİHANGİR, Damla, Çevre Politikası. Sorularla AB Politikaları Ve Türkiye Serisi, Seri No: 10, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, Yayın No: 254, Doruk Grafik San. ve Tic. Ltd. Şti., İstanbul, Ocak, 2012
DURMAZ, Burcu, Avrupa Birliğinde Çevre Politikası Alanında Muhtemel Müzakere Sürecine Yönelik Gerekli Hazırlıkların Örneklerle Çalışılması, Uzmanlık Tezi, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Sektörel ve Bölgesel Politikalar Dairesi, Ankara, 2004
DURU, Bülent, Avrupa Birliği Çevre Politikası, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi,2009
KARLUK, Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları, 4.baskı, İstanbul, 1996
SARIKAYA, Hasan Zuhuri, Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamaları, SKKD Cilt: 14, Sayı: 1, 2004
TUNCAY, Utku, Ab Çevre Müzakerelerinde Türkiye, Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2006
YERDELEN, Yunus, Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Türk Çevre Mevzuatının Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011
YILDIRIM, Uğur ve Sevim BUDAK, Ab Tam Üyelik Sürecinde Türkiye'nin Çevre Politikasındaki Değişimler, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt: 7, sayı: 13, 2010
YILMAZ, Abdullah ve Yavuz BOZKURT, Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Türk Kamu Ve Özel İşletmelerinin Çevre Duyarlılığı Üzerine Bir Uygulama: İSO 500 Örneği, Celal Bayar Üniversitesi, Cilt:18, Sayı:1, 2011 http://www.abgs.gov.tr http://www.cevreciyiz.com http://www.ikv.org.tr http://www.mevzuatdergisi.com
http://www.tepav.org.tr

Similar Documents

Free Essay

Swot Analysis

...1/100.000 Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı Raporu Dördüncü Bölüm – SWOT (GZFT) Analizi BÖLÜM 4. SWOT (GZFT) ANALİZİ 346 1/100.000 Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı Raporu Dördüncü Bölüm – SWOT (GZFT) Analizi SWOT (GZFT) analizi, incelenen konunun güçlü ve zayıf yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditleri saptamakta kullanılan bir tekniktir. SWOT (GZFT) analizinden amaçlanan; iç ve dış etkenleri dikkate alarak, var olan güçlü yönler ve fırsatlardan en üst düzeyde yararlanacak, tehditlerin ve zayıf yanların etkisini en aza indirecek plan ve stratejiler geliştirmektir (Şekil 4.1). Planlama alanında kontrol edilebilen etkenler ile kontrol dışında olan ve belirsizlik oluşturan etkenlerin analizi, planlama sürecinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kontrol Edilebilir Etkenler S (Güçlü Yönler) Z (Zayıf Yönler) l T (Tehditler) O (Fırsatlar) Kontrol Dışı Etkenler Şekil 4.1. SWOT (GZFT) Analizi Bu doğrultuda, 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda, İstanbul İli’ne ilişkin yapılan ayrıntılı mevcut “durum analizi” çalışmalarından elde edilen veriler daha sistematik olarak değerlendirilerek; kentin güçlü, zayıf yanlarının, fırsat ve tehditlerinin belirlenmesine yönelik SWOT (GZFT) analizi yapılmıştır. SWOT analizi yapılmadan önce; hem SWOT analizini daha sistematik hale getirmesi hem de oluşturulacak stratejik amaç, hedef, strateji ve uygulama araçlarına çerçeve çizmesi amacıyla konu başlıkları ve bu konular için...

Words: 8457 - Pages: 34

Free Essay

Mr.Boran Izkut

...T.C İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Tedarik Zinciri Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı [pic] Tedarik Zinciri Yönetimi - 1 Hazırlayan Boran İZKUT 2507120092 1. Giriş Bu çalışma Tedarik Zinciri Yönetimi Yüksek Lisans programında alınan dersler ve bu dersler için hazırlanan ödevleri kapsamaktadır. Literatür taraması yapılarak hazırlanan bu çalışmanın işletme süreçlerindeki temel kavramlara ışık tutması hedeflenmiştir. 2012 – 2013 Güz döneminde 4 ders alınmıştır. Bu dört ders ve dersi veren öğretim görevlileri aşağıdaki gibidir. |Ders Adı |Öğretim Görevlisi | |Satınalma ve Tedarik Zinciri Yönetimi İlkeleri |Prof.Dr. Murat ERDAL | |Tedarik Zinciri Yönetiminde Modelleme |Doç.Dr. Enis SINIKSARAN | |Pazarlama Yönetimi |Prof.Dr. Emrah ERDAL | |Sözleşme Hukuku |Dr. Burcu OĞUZTÜRK | 2. Satınalma ve Tedarik Zinciri Yönetimi İlkeleri Tedarik Yönetimi Enstitüsü’ne ( ISM ) göre satınalma, gerekli malzeme, hizmet ve ekipmanın temin edilmesinden sorumlu, organizasyonun temel bir fonksiyonu şeklinde tanımlanmıştır.[1] Satınalmanın 7 Doğrusu • Doğru malzeme, ürün ve hizmetlerin...

Words: 10189 - Pages: 41

Free Essay

Textile Turkey

...ÖNSÖZ Tekstil sektörü için, perakendecilik şüphesiz en önemli aşamalardan biridir. Tekstil mühendisi adayları olarak üretim aşamasıyla ilgili bilgileri, üniversite eğitimimiz boyunca edindik. Pazarlamanın olmadığı bir üretim düşünülemeyeceği gibi, tersi de mümkün olmayacaktır. Bu nedenle üretim kadar önemli olan diğer bir aşama da, ürünü son tüketiciye ulaştırmadır. Çalışmamızda bu konuyu seçmemizin nedeni, dünyada ve Türkiye’de önde gelen markaları perakendecilik anlamında yakından tanımak, edindiğimiz bilgileri karşılaştırarak, Türk tekstilinin bulunduğu noktayı ve geleceğini anlayabilmektir. Çalışmamızda, bizden yardımlarını, tecrübelerini ve desteğini esirgemeyen proje danışmanımız, değerli hocamız Prof.Dr. Fatma Kalaoğlu’na teşekkürü bir borç biliriz. Ayşe Bengi Şahin Canan Yüksel Mayıs, 2008 Şebnem Töre Hüryol i İÇİNDEKİLER TABLO LİSTESİ ............................................................................................................. v ŞEKİL LİSTESİ ..............................................................................................................vi ÖZET.............................................................................................................................. vii SUMMARY .....................................................................................................................ix 1.GİRİŞ ............................................................................................................................. 1...

Words: 28190 - Pages: 113

Free Essay

Phd Student

...Şebekesine Üçüncü Taraf Erişimine dair çalışmaları yönetti. Yine bu dönemde doğal gaz sektörü müktesebat uyumuna dair bazı AB projelerinde Kıdemli Proje Yöneticisi olarak yer almıştır. Doğal Gaz sektörüne dair mevzuat, anlaşmalar ve işletmeciliğe ilişkin deneyim sahibidir. İçindekiler Giriş 1. Türkiye’deki düzenleyici çerçeve, pazar durumu ve doğal gaz piyasasında yaşanan gelişmeler 1.1 Düzenleyici çerçeve 1.1.1 Ayrışma 1.1.2 Altyapıya erişim 1.1.3 İthalat/Alım serbestisi 1.1.4 Toptan satış 1.1.5 Tarifeler 1.2 Pazar 1.2.1 Talep 1.2.2 Arz 1.2.3 Arz / Talep projeksiyonu 1.3 Piyasa faaliyetlerinde yaşanan gelişmeler 1.3.1 İthalat 1.3.2 İhracat 1.3.3 İletim 1.3.4 Depolama 1.3.5 Toptan satış 1.3.6 Dağıtım 8 10 10 11 12 13 13 14 15 15 16 18 19 19 23 24 32 37 43 2. Avrupa Birliği'nde doğal gaz piyasasına ilişkin düzenleyici çerçevede yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin uluslararası projeleri 2.1 Düzenleyici çerçeve 2.1.1 Üçüncü gaz direktifi, 2009/73/EC 2.1.2 Yönetmelik 715/2009/EC 2.1.3 Yönetmelik 713/2009 2.2 Komşu coğrafyalar ile gaz ticaretine dair ilişkiler 2.3 Türkiye geçişli transit projeler, türkiye’nin enerji terminali olma vizyonu 2.3.1 Transit projelerine ilişkin yaşanan gelişmeler ve son durum 2.3.2 Türkiye’nin enerji terminali olma vizyonu 64 3. Sonuç; beklentiler, öneriler Referanslar 51 51 51 52 53 55 60 61 72 82 Kısaltmalar AB ABB ACER AGDAŞ BAŞKENTGAZ BCM BHAB BOTAŞ BURSAGAZ CEER DİVİD DGF DPK ENTSOG EPDK ERGEG ESGAZ GAZBİR GTE+ İGDAŞ İZGAZ ITGI...

Words: 29726 - Pages: 119

Free Essay

Efficiency Management

...T.C. BİLİM, SANAYİ ve TEKNOLOJİ BAKANLIĞI VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Türkiye’nin Verimlilik Merkezi Yayın No: 716 Verimlilik ve Kalite Yönetimi: Modüler Program CİLT 2 Editörler Joseph PROKOPENKO ve Klaus NORTH Uluslararası Çalışma Örgütü Cenevre Asya Verimlilik Örgütü Tokyo Telif Hakkı Uluslararası Çalışma Örgütüne aittir, 1996 İlk baskı 1996 İkinci baskı 1997 Bu Modüler Program ILO/APO ortak yayınıdır. Türkçe Çeviri Telif Hakkı © 2011 Verimlilik Genel Müdürlüğü Gerekli izin alınarak çevrilmiş ve çoğaltılmıştır. Takım Numarası: 978 - 975 - 440 - 376 - 3 ISBN: 978 - 975 - 440 - 378 - 7 (2. Cilt) Birleşmiş Milletler uygulamasıyla uyumlu ILO ve APO yayınlarında kullanılan isimler, ve bunların içinde yer alan materyallerin sunumu, herhangi bir ülkenin, alanın ya da bölgenin veya makamlarının hukuki statüsüyle ilgili olarak veya sınırlarının çizilmesiyle ilgili olarak Uluslararası Çalışma Örgütü ve Asya Verimlilik Örgütü adına herhangi bir fikrin ifadesini ima etmez. Çalışmalarda ve diğer katkılarda ifade edilen fikirlerin sorumluluğu, sadece yazarlarına aittir ve yayınlanması, bunların içinde ifade edilen fikirlerin Uluslararası Çalışma Örgütü ve Asya Verimlilik Örgütü tarafından onaylandığını göstermez. Firmaların adlarına ve ticari ürünlerle işlemlere yapılan atıflar, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Asya Verimlilik Örgütü tarafından onaylandıklarını ima etmez, ve belirli bir firmanın, ticari ürünün ya da işlemin belirtilmemesi, herhangi bir onaylamama işareti değildir...

Words: 147666 - Pages: 591